Kadim ve kutlu şair Mehmet Akif Inan
Şair, yazar, edebiyatçı, öğretmen ve sendikacı Mehmet Akif İnan’ın aramızdan ayrılışının on beşinci yılına girdik. Ebediyet duygusu ve inancı olan sanatkârların, şairlerin ve ediplerin unutulmadığını daha iyi anlıyoruz. 12 Temmuz 1940 yılında Şanlıurfa doğumlu olan Akif İnan, yaşadığı şehrin taşına, toprağına, doğasına, insanına, insanlarının ürettiklerine, yemeklerine, gazelhanlarına, musikisine, Nabi’sine, şiirine, balıklı gölüne, Makamı İbrahim’e dahası insanlığına meftundur. Âşıktır şairimiz.
Çocukluğu göl kıyısında geçmiştir. İlk şiiri balıkların dilinden öğrenmiş olmalıdır.
Her yıl, 6 Ocak 2000 tarihinden bu yana doğduğu ve yine aynı şehirde ebediyete intikal ettiği kabri başında anılıyor. Her geçen gün Mehmet Akif İnan’dan kalan hatıralarla, emanetlerle bizi uyarmaya devam ettiğini, düşüncelerinin, şiirlerinin, konferanslarının daha da önem arz ettiğini söylemekte yarar vardır. İnsan haklarının bugünkü sistemde söke söke alınacağını bilmesi nedeniyle kurduğu Memur Sendikasının varlığıyla da bu daha iyi anlaşılmaktadır.
Müslüman coğrafyanın acısını, ıstırabını, sanatını, edebiyatını önemsemiş ve batıya karşı kendi medeniyetimizin varlığından haberdar etmeyi yeğlemiştir. Bu nedenle ömrünce verdiği mücadele ötelerin ötesi olan ebedi âleme hazırlık yapmaktan, ödevini gerçekleştirmekten başka bir şey değildir. Her birimizi İslam şemsiyesi altına çağırarak batının düşüncesine karşı yerli kalmayı öğütlemiştir. Büyük Doğu merkezinde bir uç beyi olan Ağa Mehmet Akif İnan bir derviş adamdır. Bir derviş şair, şiiri ahlak olarak gören, kalıcı bir azığa dönüştüren dile ve hayata hükmetmeyi bilen bir bilgedir. Kimlerle, nerede ve nasıl bulunursa bulunsun söyleyecek sözü, önerecek önerisi, projeleri vardır. Büyük Doğu’dan aldığı el onu, Diriliş’e, Edebiyat’a ve Mavera’ya taşımıştır. Şiirinde ki aruz ve hece havası, beyitlerle yazmayı tercih ediyor olmasının Büyük Cihan anlayışındaki vukufiyetinden başka bir şey değildir. Şair Nabi’nin memleketinden olmak demek, Nabi’yle ünsiyet kurmak demektir. Doğu çığlığı, doğu algısı ve doğu türküsü etkiler insanı. Vahyin merkezine doğru yürüdükçe yürekler genişler. Vahyi anlamak için olaylara Kur’ani bakmak mecburiyetindeyiz.
“Devleşen içimin tedirginliği/ Beslenir kuduran sancılarımla” derken kendi köklerinden uzaklaşmış olmanın insana neler kaybettireceğine işaretler koyar. “Bağlanma” şiirindeki her mısra, her beyit başlı başına iç konuşma, iç arınma, iç denetim ve iç sancının unutulmaması gerektiğini öğreterek; “Sesimi biçen bu paslı dehlizden/ Nasıl kurtarmalı damarlarımı” sorgusuyla “Anamı sorsalar büyük doğudur/ Batı ki sırtımda paslı bıçaktır” diyerek Yunus’a ulaştırır düşünceyi. Sanki Yunus Emre’nin kapısında;
“Bir eteği tutmaz isem/ Köle canı satmaz isem/ Teneşirde yatmaz isem/ Yazık bana vahlar bana” demektedir.
“Şafak” şiiri başlı başına üzerinde durulması gereklidir. Beyitlerdeki yürekli hissediş ve söyleyiş sesteki gücü, dildeki hâkimiyeti ve şiirdeki vukufiyeti de ortaya koyar.
“Kim demiş her şeyin bitişi ölüm/ Destanlar yayılır mezarımızdan” , “Bizansı sulayan kentleri bir gün/ Yıkarsın sesinin okyanusunda”.
Şair hayata hep olumlu ve umutlu bakar. Hiçbir yenilginin kaybediş değil yeniden toparlanış olduğunu bilir. Yenilgi gibi gözüken “Hudeybiye” antlaşmasında kazanımlarla yeni dönemlerin başladığını en kısa zamanda gören Ashabı kiram efendilerimiz gibi “Mekke’nin Fethi”ne neden olan bu antlaşmadaki sır Peygambere teslimiyet ve sonsuz biat ediş halidir. Kâbe’den 360 putu kırarak putperestliği, anamalcılığı, kapitalizmi, emperyalizmi reddederek büyük insanlık affını ilan eden Peygamber efendimiz safa tepesinde biatları kabul eder. İşte tam da burada Yeni Büyük Cihan Devleti Türkiye inancıyla umudu yükleniriz Akif İnan’ın mısralarıyla; “Bir yeni vakitler geldi gelecek/ İçinde sürekli ayak sesleri”.
Görünen o ki, bakmayı ve görmeyi bilmek lazım. Her ikisi bir arada olduğunda idrak söz konusudur.
Kitabı başımızın tacı yapmak demek hayatımızda kitabın var olması demektir. Vahyi iyi anlama gayreti içinde yeniden yüreklere dönmeyi, kendimizi gözden geçirmeyi umarak “Hicret”i yeniden yorumlamaya, anlamaya muhtaç olduğumuzu hatırlatıyorum.
Dinimiz olan İslam, bizim varlık nedenimizdir, mutlaka öğrenmeliyiz. Osmanlıca dili, kendi dilimizdir, mutlaka öğrenmeliyiz. Bu topraklar iman etmiş topraklardır ve üzerinde yaşamak demek iman üzere olmak demektir.
Şair, yazar Mehmet Akif İnan’ı rahmetle, minnetle anıyorum.
Her gün yeniden doğduğumuzu idrak ederek hayatı ve insanları sevmek ve selamlamak bizim kültürümüzün özüdür vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.