Müslüman’ın en büyük belası: Kibir
Şevket Eygi üstadımızın alanı ama biz de yazmadan edemeyeceğiz.
Son zamanlarda Müslümanlarda Müslüman’a yakışmayan kötü hasletlerin iyiden iyiye yerleştiğine şahit oluyoruz. Bu geçici bir heves olsa gülüp geçerdik ve bazı tiplemelerle yetinirdik. Ancak öyle değil gibi. Kalıcı bir hastalığa evriliyor.
Hırs, dalkavukluk, gösteriş, tamahkârlık, haddi aşma, emaneti ehline vermeme, hırsızlık, rüşvet, suistimal, adam kayırma, uzayan kol bizden olsun mantığı ile adaletsizlik gırla giderken kibir de en yüksek değer halinde zirveye oturdu ve bütün bu meziyetlerin(!) mütemmimi ve şahikası olarak kişilik profili çizmeye başladı.
En yüksek noktaya kibri oturttu Müslüman ne yazık ki…
Kibirli bir kimse Müslüman olur mu?
Allah’ın en sevmediği huy kibirdir oysa.
Allah kibirli olanları sevmez.
Şeyhülislam Yahya Efendi bir şiirinde şöyle demiş:
“Bir kabza-i hâk olur bu tenler
Bilmem niye kibreder edenler!”
Kabza-i hâk: bir avuç toprak demek. Bir avuç toprak…
Aslında kibirli olma durumu bir rahatsızlık, bir hastalık belirtisidir.
Normal aklı başında bir adam kibirli olur mu?
Samuel Shipman: “Kibir aptallığın en açık belirtisidir” diyor. Aptal adamlar kibirli olur. Kibrin olduğu yerde insan mantıklı düşünemez. Yalakaların, dalkavukların oyuncağı olur. Onların da bir gayesi vardı. Bu oyuncağı bir müddet çıkarları için kullanmak…
Napoleon Bonoparte “Kibrin olduğu yerde mantık ve dinden söz edilemez” derken ne kadar haklıdır. Mantık ve dinden…
Kibir mantığı da dini de yok eder çünkü…
Kibir tuzağına düşmüş, hastalığına yakalanmış bir insanı dalkavuklar kukla gibi oynatırlar.
İbni Sina’nın bir sözü var. “Başarılı olmak istiyorsan dalkavuklardan uzak durmalısın.”
Konfüçyus da şöyle der: “dalkavuklukla ahlak bir arada yaşamaz.”
Eduard Lasker, “insanları olduğunun dışında gösterirsen başkalarına zorbalık etmesine çanak tutarsın.”
İyi gününde dalkavukluk yapan kötü gününde ayağını kaydıracaktır.
Dalkavuklara fazla yüz vermemek lazım zira onlar gizli düşmandırlar.
William Şhakespeare, “dalkavukluk aptalların yemeğidir” der. Ancak aptalların…
Charles Burney, “dalkavuklara inanan insanlar onlardan daha alçaktırlar” diye son noktayı koyar bence…
Kibirli ile dalkavuk bir ülkede saltanat sürse orada dinden, milliyetten, halktan, adaletten, ehliyetten, liyâkattan, başarıdan, ihlâstan, daha sayılabilecek ne kadar insani meziyet varsa ondan eser kalır mı?
Toplum çürür, çürüyen bir toplumun akıbeti de berbat olur.
Sezai Karakoç’un üstüne basarak söylediği bir şey var: “kaymaya görsün ayağı bir toplumun…”
Maazallah!...
Rubai
Aşkın mezhebinde gece gündüzdür
Kırıklık bulunmaz her yol dümdüzdür
Ne kibir vardır, ne acı, ne keder
Her zerremiz o deryadan bir cüzdür
Kitapçı
Dr. Mehmet Güneş, Gül Aşkın Mihrâbıdır: Gülnâme,
2 Cilt, 1. Cilt s.231, Aşk Vakfı, Ankara 2011
“Fahr-i kâinât efendimiz hep tevâzu gösterir ve hiç kimseyi küçümsemezdi… O, alçakgönüllü olanları Allah’ın yükselteceğini haber verirdi. O: “kim mütevâzı olursa, Allah onu yüceltir; kim büyüklenirse, Allah onu zelîl eder, alçaltır” buyururdu.
Allah Resûlü (SAV) o kadar tevâzu sahibiydi ki, kendisini ziyarete gelen ve karşısında titreyen Abdullah b. Yusr’a; “sakin ol kardeşim! Ben bir kral ve hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” demişti.”
Maziden
Bir zamanlar diyalog üç beş profesör hanımla yapılırdı. Ne zaman ki Vatikan ve arkasındaki güçler diyalog için başka bir zemin icad etmeye kalktılar, Türkiye’den bir mağdur adres tedarik etmeye giriştiler. O vakitler ben bunu hissetmiş ve Samanyolu’nda diyalog meselesinin çetrefilli tarafları bakımından ilgiliyi ikaz etmiştim. Kibrin ne kadar kötü bir meziyet(!) olduğunu o dakika öğrendim.
Oysa biz nasıl bir peygamberin ümmetiyiz? Peygamber Efendimizin bulunduğu meclise biri girer ve sorar:
“Muhammed hanginiz?”
Demek ki Peygamber oradakilerden ayrı bir statüde kurulmamış tahtına…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.