Değişim sürecinde Türkiye
Bundan önceki yazımızda tek kutuplu dünya teorisinin çökmesinden sonra yeni güç merkezlerinin oluştuğunu dile getirmiştik. Bu yarışta Türkiye’nin de bir bölgesel güç merkezi olma çabası içine girdiği bir gerçektir. Fakat bu çabasında kendi politikasını bağımsız ve özgür iradeyle belirlemesi, edilgen değil etken güç olmaya çalışması gerekir.
Suriye’nin başkenti Şam’da Suriye, Türkiye, Fransa ve Katar liderlerinin katıldığı, “diyalog” konulu bir dörtlü zirve gerçekleştirildi. Kastedilen belki bölgedeki sorunların çözümünde diyalog metodunun genel anlamda etkin bir şekilde kullanılmasıydı. Fakat özel anlamda üzerinde durulan husus Siyonist işgal devletiyle Suriye arasındaki sorunların çözümü için diyaloğun aktif olarak devreye sokulmasıydı. Türkiye’nin bu amaçla bir arabuluculuk başlattığı biliniyor. Biz bu arabuluculuk hakkında daha önce değerlendirmelerde bulunduğumuz için aynı şeyleri tekrar etmeye gerek görmüyoruz. (Konuyla ilgili yazılarımızı www.vahdet.com.tr adresli web sitemizden okuyabilirsiniz.)
Zirvenin, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın Şam ziyaretinden ve bu iki ülke arasında zikre değer bir yakınlaşmanın gerçekleşmesinden sonra düzenlenmesi Suriye’nin bölgeyle ilgili ataklarda ilgi odağı olmasını göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Fakat benzer bir yakınlaşmanın Suriye ile İsrail işgal devleti arasında gerçekleşmesi ve diyaloğun gerçekten çözüm metodu olarak işe yaraması mümkün müdür?
Siyonist devlet, Suriye toprakları üzerinde haksız bir işgal gerçekleştirmiştir ve bu işgalini yine haksız bir şekilde sürdürüyor. Yıllardan beri de bu toprakları bir rehine olarak kullanmak suretiyle Suriye’yi bir şeylere zorlamak için gasp ve işgali değerlendirmeye çalışıyor. Oysa yapması gereken herhangi bir karşılık talep etmeden işgale son vermesidir. Ama Siyonist devlet, işgal altında tuttuğu toprakları rehine olarak kullanma politikasından vazgeçmiş değildir ve buna niyetli görünmüyor. Aracılık yapmalarını istediği ülkelerden talebi de Suriye’yi, kendinden istenenleri kabule ikna etmektir.
Gerek bölgesel ve gerekse uluslararası çapta son dönemde meydana gelen gelişmeler Suriye’nin bileğini biraz daha güçlü hale getirmiş gibi görünüyor. Ayrıca işgal devletinin taleplerinin kabul edilmesi durumunda Suriye’deki yönetimin gerek kendi halkı nazarında ve gerekse bölgesel düzeyde kaybedecekleri Siyonistlerin işgali altındaki topraklarını geri almakla kazanacaklarından fazla olacaktır. Dolayısıyla “diyalog” ve arabuluculuk çabalarından kısa vadede bir şey elde edileceği pek mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin yapması gereken de işgal devletinin taleplerini karşı tarafa iletmekle kalmak değil, hukukun işlemesi ve Siyonist gaspın hukuk kurallarına göre son bulmasının sağlanması için aktif rol oynamak olmalıdır.
Kıbrıs’ta son günlerde yaşananlar yeni bir çözüm arayışı dönemine girildiğini gösteriyor. Ben de geçtiğimiz hafta bir hafta boyunca Kıbrıs’taydım. Fakat mübarek Ramazan ayını karşılıyor olmamız sebebiyle o konuda yazılar göndermeyi tercih etmiştim.
Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki Kıbrıs konusunda birtakım ideallerin öne çıkarılması vakıayı değiştirmiyor. Son gerçekleştirdiğim ziyarette de Kıbrıs’ta vakıanın dünden bugüne değişmediğini ve iyiye doğru da gitmediğini müşahede ettim. Ama burada son dönemdeki gelişmelere işaret etmekle yetinmek zorunda olduğum için vakıayla ilgili tespitlerimize yer veremeyeceğiz. Belki bunları bir başka vesileyle dikkatlerinize sunmaya çalışırız.
Türkiye’nin Kıbrıs’a önemli harcamalar yapmasına rağmen insana yatırımı ihmal ettiği, inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Bunda oradaki yönetimin yanlış yönlendirmelerinin ve kasıtlı uygulamalarının da büyük payı var.
Kıbrıs’ta şimdi her iki tarafın da kesin ve kalıcı bir çözüme ihtiyacı var. Buna sadece oradaki taraflar değil Türkiye ve AB de ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden Rum tarafının çözüme dünkünden daha yakın durduğunu söyleyebiliriz. Ayrıntılar üzerinde belli bir zaman süreci içinde ittifak sağlanabilir. Türkiye’nin garantörlüğünden ise ne Kıbrıs’taki Türk tarafı ne de Türkiye vazgeçecektir.
Bölgesel güç merkezi olma çabası içindeki Türkiye’nin Ermenistan’la arasındaki meseleleri konuşması da ihtiyaç haline gelmiştir. Buna Ermenistan’ın daha fazla ihtiyacı var ve farkında olduğunu sanıyoruz. O sebeple Erivan’daki yönetimin Türkiye Cumhurbaşkanını daveti, onun da kabul etmesi önemli bir gelişmedir. Bu ziyaretle birlikte meselelere biraz daha yakın çerçeveden bakılması için adım atılmış olmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.