Faruk Köse

Faruk Köse

İslam’a bütüncül bakmak

İslam’a bütüncül bakmak

Allah Rasulü’ne hakaret eden Fransız dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan saldırının ardından başlayan tartışmalar üzerine yazdığım “İslam”,“barış” ve “cihad” konulu yazıları bugün, lüzumu halinde tekrar dönmek üzere, “İslam’a parçacı yaklaşım”a dikkat çekerek noktalıyorum.

Sadece bir Kur’an var. Allahu Teala’nın Rasulullah’a (sav) indirdiği haliyle, hiç bozulmadan, korunmuş olarak elimizde.

Peki, nasıl oluyor da aynı Kur’an’a dayanılarak İslam, birbirine tamamen zıt anlam taşıyacak biçimde tanımlanabiliyor? Nasıl oluyor da aynı Kur’an’a dayanılarak müslümana birbirine tamamen tezat teşkil edecek nitelikler verilebiliyor, vazifeler yüklenebiliyor?

Güncel konumuz itibariyle sormak gerekirse; nasıl oluyor da aynı Kur’an’a dayanan kimi insanlar İslam’a “barış dini” fonksiyonu; diğer bazı insanlar da “yakaladığın kâfiri veya kâfir saydığını öldürmeyi meşru kılan savaş dini” fonksiyonu yükleyebiliyor?

Bunun iki sebebi var:

1- Hem müslümanlar, hem gayrimüslimler İslam’a ve “İslam’ın ana kaynağı Kur’an”a “bütüncül” bakmıyorlar; “parçacı bir yaklaşım”la, güncel gelişmelere dair “kendi temayüllerine göre” Kur’an’da ne buluyorsa onu esas alıp, “anlayışına ve duygularına göre bir İslam tanımlaması”yapıyorlar.

2- Özellikle müslümanlar, önce Kur’an’a bakarak ilahi hükümlerle nasıl bir “İslam modeli” inzal buyurulmuşsa onu tesbit edip esas alacak yerde; önce bir kanaat sahibi oluyorlar, sonra o kanaatlerini Kur’an’dan delillendirerek“kendilerine özel bir İslam modeli” teşkil ediyorlar.

Sadece Kur’an’a değil, Rasulullah’a (sav) yaklaşım da aynı şekilde. Özellikle “İslam üzerinden nam salmaya veya içsel tatmin sağlamaya meyilli olanlar” başta olmak üzere, pek çok kişi, Rasulullah’ın (sav), o an için işine gelen, sahip olduğu “ideolojik anlayış”ına veya “duygusal durum”una uygun bulduğu sözünü ya da fiilini alıp, ona göre bir “İslami tavır” belirliyor. Aslında “kendi ürettiği İslam tipolojisi”ni İslam yerine koyunca da işte “ilahi murad”a ve “Rasuli tutum”a uygun düşmeyen hallerle karşılaşabiliyoruz.

Bu iki hastalık, “birbirine tezat teşkil eden İslam tarifleri” ve“birbirine benzemeyen müslüman tipleri” üretmeye yetiyor da artıyor.

Bu büyük sorunu çözmek isteyen, İslam’a; İslam’ın nasıl bir din olduğunu biçimlendiren ana kaynak Kur’an ile o ana kaynağın insani tatbikatı olan Sünnet’e bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmalı.Mesela:

Bir kısım insanlar Rasulullah’ın (sav) bağışlamasına, mülayemetine, sulhü öncelemesine bakıp, “her ne olursa olsun İslam barış dinidir, asla barış dışında bir yolla işlerimizi halledemeyiz” parçacı yaklaşımına kapılırken; bir başka grup insan da aynı Rasulullah’ın (sav) savaşlarına, cezalandırmasına bakıp, “İslam savaş/cihad dinidir, hak almanın da, yol almanın da vasıtası cihaddır” diyebiliyor; mesela “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” (Tevbe/5) ayetine dayanarak da kendi zannınca müşrik/kâfir gördüğüne saldırmakta bir sakınca görmeyebiliyor. Hatta bunu tam anlamıyla “Kur’ani bir görev” sayabiliyor.

İlk gruba girenler “uysal bir müslüman tipi”ni esas alıyor. “Her otoriteye itaat eden, her muameleye razı olan, haklarını almak için mücadele etmeyip ne verilirse onunla yetinen pasif, ılıman, uysal bir müslüman tipi.”

İkinci grup ise, “sürekli çatışan, sürekli isyan halinde, kendinden başkasına yaşama hakkı tanımayan, İslam’ı kendi anladığı ve tanımladığı biçimde sayıp gayrisine yaşama hakkı tanımayan, sulhü asla gündemine almayan, kabadayı ve saldırgan bir müslüman tipi.”

Bu iki tip de “İslamca/müslümanca bir tip” değildir. Çünkü her iki tip de İslam’a, Kur’an’a, Rasul’ün hayatına bütüncül değil, parçacı bakar. Oysa aslolan şudur:

— İslam’a, Kur’an’a, Rasul’ün yaşantısına bütüncül bakmak, bütün hükümleri, bütün yaklaşım tarzını esas alarak gereğince davranmak...

— Hakkı batıl ile karıştırmamak ve hakkı gizlememek...

— Adalet konusunda kimseye iltimas geçmemek...

— Savaşın da, barışın da hukukunu bilmek; hangisi nerede, ne zaman, ne şekilde, kime karşı kullanılacaksa, onun “İslami gereklerini ve gerekliliğini” tesbit edip, ona göre davranmak; savaşsa savaşa, barışsa barışa karar vermek...

Kesinlikle bireysel ve indi kararlarla hareket etmemek lazım. Kesinlikle fıkhı olan ve kurumsallaşmasını tamamlamış bir “hareket bütünlüğüiçinde olmak lazım. Kesinlikle önü-sonu düşünülmüş, hesabı-kitabı yapılmış, şartları-hükümleri belirlenmiş, gerekliliği tesbit edilmiş olarak çalışmak lazım.

Özellikle de “insan yaşamı”a dair kararların ferdi ve fevri kanaatlerle alınmaması, “İslami Hareket”e getireceği fayda ve zararlarının hesap edilmesi, “kesin İslami hükümler”e göre tayin edilmesi lazım.

Evet, “cihad terör değildir.” O halde, İslam fıkhına uymayan ve Kur’an’a/İslam’a parçacı yaklaşarak uygulamaya konulan eylemlerle üretilmiş“terörü cihad saymamak” lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi