Ev
Ev dekorasyonu ile ilgili bir firmanın adıymış: Home-inn.
Ne kadar kulağı tırmalayan bir okunuşu var bu birleşik kelimenin.
Halbuki Türkçede ne güzel söylenişi var. Ev-içi…
Tam da iç dekorasyon, ev içi tezyinat, ev içi bezeme, ev döşeme ve daha bir sürü akla gelebilecek ev süslemesiyle uğraşanlar için pek de yakışan bir şirket ismi olabilir ev-içi…
Ev, yurt, otağ, oba, konut, konak, ocak hepsi de Türkçemizin güzel kelimeleri…
Nihat Sami Banarlı Güzel Evin Hikâyesi’nde ev kelimesinin öztürkçe oluşu beni bir evim olmuş gibi mesud ederdi derdi.
“Bu kelimenin dilimizde alev gibi sıcak bir sesi var. Hiç yakmayan ısıtan, bazen serinleten bir ses.”
Eve gelip ısınmak yahut eve gelip serinlemek…
Evsiz yurtsuz göçerler değildi Türkler.
Bugünlerde Diriliş dizisi mazimizdeki evle karşılaştırdı hepimizi..
Sıcak ve serin evle…
Neşri Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde: “Göçer evlü etrakin(Türklerin) cümlesi elli bin hane reisleri Süleyman Şah’a uyup gelüb Rum’a döküldüler.” Diye yazar.
Aşıkpaşazade tarihinde şöyle tarif ediyor o dönem Rum’a akan evlü Türkleri: “kâfir beğleri ittifak ettiler kim bu göçer evlü Türk’ü kendülerin üzerinden irağ edeler.”
Beşir Ayvazoğlu Yahya Kemal’i Eve Dönen Adam diye tarif ediyor. Eve dönen adam. Demek ki ayrılmış evden ve şimdi dönüyor.
Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı ile dönüyor İspanya’daki adam. Zil Şal ve Gül’ün şairi Süleymaniye ile eve ısınıyor.
Evi de ısıtıyor.
Ev Göktürklerden beri Göktürk alfabesine tek harfle irerek tıpkı at gibi bize en yakın varlıktır.
Ev, eskiden eb(b harfi daha sonra v’ye evriliyor; Orta Asya’da hâlâ b kullanılıyor: mesela varmak barmak’tır) sadece b harfiyle ifade edilirdi Göktürkçede…
Göktürk alfabeleri malum ok ile yaydan ibaretti. Ok ile yay… Türklerin hayatındaki en yakın arkadaş. Kayı boyunu gösteren işaretleri Diriliş dizisinden görmüşünüzdür. Ok ve yay…
B de öyle. İki odalı ev aslında.
B bir yayın gerdiği oktur.
Yay düşünün ve bir oku fırlatmak üzere. Tam da B harfi değil mi?
İşte iki odadan ibaret bu çadır onun evidir.
Olsun diyor Banarlı, ev o kadar eski ve o kadar öztürkçe gibi duruyor ki onun öztürkçe sayılmaması anlamsız bir iddiadır.
Meğerse ev de Türkçe değilmiş. Bu kadar bize sıcak ve serin gelen, bu kadar hayatımızla ve bu kadar eski Türkçemizle sıkı bağı olan bu kelime de Türkçe değilmiş öyle mi?
Varsın olsun…
Cenup dillerinden birinden girmiş. Arapça, Soğdça, Aramice, kısaca Sami Arami dillerden birinden. Bet, beyt, hatta Yunancada beta, Fenike dillerinde beth, Sümerde ise ab sesi…
Yenisey Göktürk yazılarında B:Eb harfi de ev manasındadır. Almışız ne güzel hem de Türkçenin en eski dilini kullandığımız zamanlarda…
Fakat imparatorluk dili olduğumuz sadece Osmanlı dönemine ait bir iddia değilmiş demek ki…
Buradan bunu anlıyoruz. Türkler asırlar evvelinden imparatorluk kurdukları için ta o zamanlardan dilleri de imparatorluk dili oluyor böylece.
Bundan aşağılık kompleksi değil kıvanç duymalıyız.
Bu kadar biz olan bu kelime ister öztürkçe olsun ister Türkçeleşmiş kelime olsun ne çıkar.
Aslında fetihtir. Kelimeleri fethedişimiz onlara o kadar biz damgası vurmamızı sağlıyor ki, sanki öztürkçemizden ayrısı gayrısı yoktur artık…
İstanbul’u Türk yapışımız gibidir.
“İş yalnız almakta değil, alınana milli damgayı vurmaktadır. O zaman kelimelerin de İstanbul gibi, bütün Anadolu gibi her şeyden çok Türk olduğu görülür.”
Kitapçı
Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1975
“Çadır, Türk’ün aziz eviydi. Onu en iyi ipek kumaşlarla yapardı. İçini, dışını üstün bir sanatla altından, gümüşten, ipekten yapılmış türlü sanat eserleriyle süslerdi. Büyük, çok büyük çadırları vardı. Bunlara ban ev denirdi. Ban ev ulu ev yani büyük çadır demekti. Bu çadırlar altın başlı olur, pencerelerinin pervazları altından yapılır, içlerine yüzlerce ipek halı döşenirdi.
Sonra Türkler yeni vatana yerleşip ahşaptan ve kerpiçten yerli meskenler yapmaya başlayınca bunlara da ev dediler.
Ev… çocukluğumda ve bugün hâlâ bir yere gitmek için daha kapısından ayrılırken hasretini duyduğum bu aziz yuvanın adıydı. Ev hasreti, vatan hasreti gibi bir şeydi.”
Çocukluk Evleri
Küçümen yüreğin sürgünleri de bilir
Hani denkleri yüklenmiş çocukluğunun
Her köşesinde bin oyunun resmi var
Sıcak kerpiç damlı çocukluk evlerinin
Munzur dağından hep atlılar inerdi
Nüyalarını süslerdi ya da bölerdi
Senin attığın oklar doruğuna değerdi
Perdesi masallara açılırdı o evlerin
Fırat’ı bir öyle bir böyle akıtırdın
Denize ne uzak, suya ne kadar yakındın
Minik ellerinle çamur barajlar kurardın
Bahçesini sulardın şimdi düş olan evin
Bir oyun gibi gelirdi tanıdık yüzler
Sanki dinlenmemiş masalları gizler
Mutfağında hep telaşlı eller, telaşlı gözler
Bakır sinisine toplardı ruhunu evin
Eyvanda da vardı yukarda da açardı
Parıldayıp gülüşen çiçekler akşamüstü
Ay doğardı sofaya lamba yanardı
Kara gecesi olmadı hiç kara çarşaflı evin
Küçük bir ninecik vardı, ay gibi alnı vardı
Ne güzel sözleri vardı, güzel gözleri vardı
Yumuşacık elleri ruhunu da sarardı
Başıboş, atasız değildi şimdiki gibi evin
Döşeklerinde eski hâtıralardan
Artı kalan huzuru yıkanırdı dört mevsim
Rüzgârı da severdi, karı da, yağmuru da
Soğuk kış gecelerinde ne sıcacıktı evin
Bir sözle yıkılır evler yaşadığın bu çağda
Kale gibi sağlam o ev ne oldu söyle
Zelzele mi geldi, düşman mı girdi
Yukardaki bahçeye mi taşındı evin
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.