RAMAZAN, KUR’AN VE MÜSLÜMAN
Ramazan, “Huden linnâs” yani insanlar için kılavuz olan Kur’an’ın indirildiği ay.
Kur’an, Alemlerin Rabbi, evrenin hakimi, din gününün sahibi Allah’ın kitabı.
Müslüman, Allah’a inanan ve Allah’ın kitabına göre hayatına yön veren insan.
Yüce Rabbimiz Ramazan hakkında bakın ne buyuruyor?
“Ramazan ayı, içinde insanlara doğru yolu gösteren, doğru ile yanlışı birbirinden ayırıp açıklayan, bir rehber olmak üzere Kur'an'ın indirildiği aydır. Sizden kim o aya erişirse oruç tutsun. Hasta olan veya seferde bulunan, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Sayıyı tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.“
Bir kez daha ayet-i kerimenin ilk cümlesine dikkatlerimizi yoğunlaştırırsak: “Ramazan ayı, içinde insanlara doğru yolu gösteren, doğru ile yanlışı birbirinden ayırıp açıklayan, bir rehber olmak üzere Kur'an'ın indirildiği aydır.” ifadesi Ramazan ayının öneminin nereden kaynaklandığını göstermektedir.
Bizim oruç tutmamız, adeta yüce Rabbimizin bize sunduğu Kur’an nimetine bir teşekkür kabilindedir. Mademki yüce Allah bizi yaratıp, başıboş bırakmamış, bize gönderdiği elçisiyle indirdiği mesajlarıyla, hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizin yol ve yöntemlerini bildirmiş, bizi dalaletten, sapmalardan ve şaşkınlıktan kurtarmış; öyleyse biz de bu nimetin farkında olduğumuz mesajını “oruçla” Rabbimize bildirmiş oluruz. Rabbimiz! Sen indirdiğin kitabında bize iki cihanımızı aydınlatacak nurlar bahşettin, biz de sana hamd ediyor, şükrediyor ve senin için gün boyu ağzımıza tek lokma bile koymadan, bir yudum su bile içmeden sana bağlılığımızı arz ediyoruz.
Ramazan Ayı kulun Rabbini tanıdığını ve ona itaatini arz ettiği zaman dilimidir. Kulun Rabbi ile her daim iletişimde olduğu süreçtir. Ramazan Ayı, kulun sadece yemeden içmeden kendisini uzak tuttuğu değil; her dönemde olduğu gibi her türlü tutum ve davranışını da kontrol altında bulundurduğu günler ve ibadetle geçirdiği gecelerdir.
Müslüman, yaratıcısını tanıyan ve ona teslimiyetini arz eden kimsedir.
Peki bir Müslüman yaratıcısını nasıl tanır ve ona teslimiyetini nasıl arz eder?
Yaratıcıyı tanımak belki her akıl sahibinin, Hz. İbrahim’in (a.s.) çocukluğunda yaptığı gibi bir akıl yürütme ve kainatı gözlemlemesi ile mümkündür. Mümkün olanı, kainatın tek bir yaratıcının eseri olduğu ve bu yaratıcının her türlü noksanlıktan uzak olduğu gerçeğidir.
Eğer, O yaratıcı elçilerini gönderip, insanlara mesajlarını iletmemiş olsaydı, insanın sadece aklını kullanarak O’nunla iletişime geçmesi ve O’nun kendisinden ne isteyip ne istemediğini, kendisini niçin yarattığını kesin bir bilgi ile bilmek mümkün olmayacaktı.
O’nunla iletişimi sadece yarattıkları üzerinden ve nimetlerine teşekkür kabilinden bir minnet duygusunun ifadesi olarak kalacaktı. Ama yüce Allah, bunun ötesinde, insanla konuştu. Ona elçileri vasıtasıyla sözlerini vahyetti. Ona bu dünyada varoluş gayesini hatırlattı ve görevlerini tebliğ etti.
“Ölümü ve hayatı, hanginizin daha iyi çalışacağını denemek için yaratan O'dur, Güçlü ve bağışlayıcı O'dur!”
Elçisi vasıtasıyla şu mesajı bize iletti:
“ Kullarım benden sana sorarlarsa; şüphesiz ben yakınım. Bana dua edenin, dua ettiği zaman, duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim davetime icabet etsinler ve bana inansınlar ki doğru yolda olsunlar.”
Bizim de yapmamız gereken:
“Rabbimiz! Biz, "Rabbinize iman edin" diye, imana çağıran bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, suçlarımızı ört, iyilerle birlikte canımızı al!” demektir. Elçiye uymaktır. Günahlardan uzak durmak ve Rabbimizin buyruklarını yerine getirmektir.
Eğer Yüce Rabbimiz elçilerini gönderip, bizimle konuşmasaydı, bize kendisini kendi dilinden tanıtmasaydı ne yapacaktık?
Onu tanımayanlar ne yapıyor?
Herhalde biz O’nu yanlış tanıyacaktık, O’na yanlış bilgilerle inanmaya kalkacaktık. O’na teşekkür görevimizi nasıl yerine getireceğimizi bilemeyecektik. Nitekim çağlar boyu vahye kulaklarını tıkayan, ya hiç işitmeyen ya da “işittik ve isyan ettik.” diyenler, bugün de yanlış inançlar ve sapkın hayat düzenleri içinde yaşayıp, ölüp gidiyorlar. İnsanları kendilerine kulluk ettiriyorlar. Ellerinde ilahi bir kitapları olmadığı halde, kendi elleriyle yazdıkları kitapları insanlara Allah’ın kitabı gibi göstermeye çalışıp , Allah adına insanları aldatıyorlar.
Bunun için Rabbimiz bizi uyarıyor:
“Ey insanlar, Rabbinizden korkun, babanın evladı, evladın da babası için hiçbir şey ödeyemeyeceği o günden kendinizi koruyun. Allah'ın vaadi şüphesiz gerçektir. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın, aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın!”
Hamdolsun Rabbimize ki, bize mübarek bir ayda, mübarek bir elçi ile mübarek bir kitap indirdi. Bize eğrisi büğrüsü olmayan dosdoğru yolu gösterdi. İşte Ramazan, bize ebedi kurtuluş kapılarını açan mesajların içinde çağladığı bir aydır.
Bu ay, bu yüzden mübarektir, bu yüzden bereketlidir. Ebedi bir saadeti müjdeleyen kitabın inmeye başladığı kutlu bir başlangıçtır. İki dünyamızı da cennete çeviren hayat iksirini, yudum yudum, kana kana içtiğimiz, Allah’ın boyası ile hayatımızı renklendiren yüce kitabın, yüce Mevlamızın içinde bizimle konuştuğu, bize gönderdiği mektupların yer aldığı o kitabın, şerefli, hikmetli kitabın indiği ay olduğu için mübarektir.
Peki biz o mübarek ayın, o mübarek gecelerin hakkını verebiliyor muyuz?
Bize bahşedilen bu büyük nimetin farkında mıyız?
Allah’ın kitabını, Allah ile konuşmanın, O’nun huzurunda, O’nun sözlerini can kulağı ile dinlemenin, O’nun buyruklarını “lebbeyk Allahumme lebbeyk” Buyur, Allah’ım ne istiyorsan yapmaya geldim!” bilinci içinde tüm hücrelerimizin dikkat kesildiği bir hassasiyet ile okuyup, anlıyor muyuz? Ya hayatımıza uygulaması söz konusu olduğunda ne yapıyoruz?
Allah’ın sözü her şeyin üzerindedir mi diyoruz; yoksa, Allah’ın sözünü hiç duymamışların veya duyup da “işittik ve isyan ettik” diyenlerin yaptığını mı yapıyoruz?
Hiç kendimizi hesaba çektik mi?
Bu yaşımıza gelene kadar kaç kez Kur’an’ı anlayarak okuduk?
Kur’an’ın hangi surelerinde hangi konular anlatılıyor? Rabbimiz bize ayetlerinde ne buyuruyor?
Allah Resulü her an yaşadığı ve ömrü boyunca inmeye devam eden Kur’an’ı her Ramazanda Cebrail’le birlikte baştan sona mukabele eder (karşılıklı okurlardı.) Biz de her Ramazan mukabele yapıyor muyuz?
Yüce Rabbimiz bize Ramazanı bir bayram havasında eğitim süreci olarak takdir etti. Orucu bizden önceki Müslümanlara farz kıldığı gibi bize de farz kıldı ki Allah’a karşı sorumluluklarımızı öğrenebilelim ve gerçek bir teslimiyet ile yüce Rabbimize teslimiyetimizi arz edelim.
Bu anlamda “oruç”, Arapçasıyla “savm” bambaşka bir ibadettir.
Bu ibadette öncelikle her insanın kendisini tutmayı öğrenmesi vardır. Biz orucu tutmuyoruz, oruç bize kendimizi tutmayı öğretiyor. Oruç bize kendimizi kontrol edebilme yeteneğimizi geliştirme imkanı sunuyor. Aşırılıklarımızı bir kenara bırakabilme, hırs ve arzularımızı frenleyebilme, başkaları tarafından yönlendirilen değil kendi kendini idare edebilen ve kendi tercihleri ile hayatına yön veren, saygı değer bir konuma yükseltiyor.
Oruç sadece kendi iç dünyamızı ve bireysel olarak kendimizi kontrol etmeyi öğretmiyor aynı zamanda ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmemizi de öğretiyor.
Müslüman, sadece Allah rızası için oruç tutuyor. Hiç kimsenin onu görmediği yerlerde de Allah’ın kendisini gördüğünün farkında olarak, yemiyor, içmiyor, ağzından kötü söz çıkmıyor, her daim Allah’ın murakabesi altında olduğunu unutmuyor.
Müslüman, oruçla israfın karşısında olduğu mesajını da veriyor. Gündüz saim (oruçlu) gece ibadete daim oluyor. Geceleri, aç kaldığı gündüzlerin intikamını alırcasına tıka basa karnını doyurmuyor. Böylesi bir davranışın nefis terbiyesi ve tezkiyesi/arındırması ile tezat teşkil ettiğinin farkında oluyor; olması gerekiyor.
Ramazanla başlayan, bir değişim iklimi. İlahi vahyin, rahmet bulutları eşliğindeki tatlı esintisi ve aydınlık yolunda “bismillah” diyerek çıkılan bir yol… Ramazan’la başlayan ama Ramazanla bitmeyen bir yolculuk… Ramazan’la gerçeği gören gözler, huzur bulan gönüller; eğer Ramazan’la birlikte tükeniyorsa bu bir yıkımdır.
Allah’ın vahyine kulak veren gönüller, onu idrak eden beyinler şunu çok iyi bilir ki, Ramazan’la başlayan yolculuk, son yolculuğa kadar sürer. Eğer, yarı yolda kesiliyorsa bu tükeniş ve bitiş demektir. Allah’a teslimiyet Ramazan’la sınırlı değildir.
Ramazan’dan sonra da Müslüman kalmak ve Kur’an’la kalmak, Kur’an yolunda olmak, Kur’an yolunda ölmek Müslümanın Allah’a bağlılığının gereğidir.
Sözümüzü Rabbimizin sözü ile bitirelim.
“Ey iman edenler! Allah'tan gerektiği gibi korkup/ sakının ve yalnızca (O'na) teslim olarak can verin.
Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanmayın! Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün, hani siz düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirdi. O'nun bu nimeti ile kardeşler oldunuz. Siz, bir ateş çukurunun kenarında idiniz de sizi oradan kurtardı. Doğru yola çıkasınız diye, Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor.”
2/Bakara, 185.
6/En’am, 75-79.
67/Mülk, 2.
2/Bakara, 186.
3/Âl-i İmran, 193.
4/Nisa, 46.
2/Bakara, 79.
31/Lokman, 33.
2/Bakara, 183.
3/Âl-i İmran, 102-103.