Cemaatlerin şirketleri olur mu?
Son günlerde medyada ve etrafımda bu konu çok konuşulur oldu. Mülkiyet hakkı, tarihte sadece komünizm yönetiminde tartışılır hale gelmişti. İnsanlık haklarının başında gelen mülkiyet hakkı ve cemaatler ilişkisini, yaşadığım birkaç olay ile açıklamaya çalışacağım.
Spekülasyona sebep olmaması bakımından cemaat ve kişi adlarını zikretmeden konuyu ele alacağım.
Azınlık vakıflarının mal ve mülk edinme hakkı yasak olduğu günlerde, cemaatin mal varlığı cemaat lideri veya cemaatin dini temsilcisi üzerine kaydolurdu. Böyle varlıklı bir azınlık lideri ölünce, mal varlığının tamamı da kız kardeşine kalmıştı.
Ancak kız kardeşi daha önceden Müslüman olmuştu. Ve o kadının azınlık cemaati ile ne de o dinin temsilcileriyle bir ilişkisi yoktu. Peki, milyarlarca lira eden mal varlığı ne olacaktı?
Hem kız kardeşi, hem o cemaat hem de Türk devleti konuyu yakinen biliyordu. Hatta istihbarat temsilcilerinin de bu vesileyle kız kardeşi ziyarete geldiği ve uluslararası sorun olmaması için mal ve mülkleri devretmeleri istenmişti. Kız kardeş ve ailesi duyarlı davrandı ve sorun çözüldü.
Sorun sadece o azınlıklarla ilgili değildir. Azınlık cemaatlerinden birinin İstanbul’da bir gökdeleni olduğunu ben bildiğime göre, devlet de biliyordur. Bu ayıp değil, suç değil... Hem Anayasamıza hem de uluslararası haklara ve teamüllere uygun bir kazanımdı.
Azınlık mülkleri hâlâ çok büyük sorun olarak devam ediyor. Sınıf arkadaşım bir avukatın elinde onlarca milyar dolarlık dava dosyaları olduğunu ve bir iki tanesini okuduğumu hatırlatmak isterim.
Buyurun bir başka durum: Türkiye’de özelleştirme sürecinde binlerce şirket kamudan özel kişi ve gruplara geçti. Bu tamamen anayasal bir haktı. Bu özelleştirilen şirketlerden biri de Fransa merkezli bir Hıristiyan tarikat tarafından satın alınmıştı. Bana bu olayı bizzat tarikat temsilcileri anlattı.
Her hafta Türkiye’ye dini turlar düzenleyen tarikat, “İsa Mesih”in Türkiye’den çıkacağına inanıyor ve ortamı hazır tutmak için Türkiye’de de ekonomik olarak ayakta kalmak istiyorlardı. Bunun için etkili bir şirketle burada da varlıklarını sürdürme düşüncesindeydiler. O şirket uzun süre ellerinde kaldı. Şimdi hangi şirketler onlara ait ve ne tür faaliyetler yaptıklarından haberim yok.
Geçenlerde genç bir işadamıyla sohbet ediyordum. Amerika merkezli popüler bir Hıristiyan tarikatın, Türkiye’de 19 milyar dolarlık bir fonla şirket topladığını söyledi. Ekonominin içinde olan biri olarak bu kadar büyük fonun varlığından nasıl haberdar olamadım, diye üzülmüştüm.
Satılan şirketleri duymuştum ama bunları alanın bir tarikat fonu olduğunu bilmiyordum.
İnternetin başına oturdum ve tarama yapmaya başladım. O işadamının anlattıklarından daha fazla bilgi edinme fırsatı buldum.
Bazı haberler gazetelerde de yer almış. Hiçbir merci ve kişi bunlara tepki göstermemiş. Çünkü ne ulusal yasalarımıza ne de uluslararası normlara aykırı bir durum değil.
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek için Başbakanlığa bağlı Yatırım Ajansı bile var.
Turquality Programı, Türk şirketlerinin dünyanın farklı yerlerine açılımını teşvik eden bir yapı niteliğinde. TİKA da aynı şekilde, dünyanın pek çok yerine hastane ve okul yatırımı gerçekleştiriyor.
Türk müteahhitler, dünyanın farklı yerlerinde en fazla projede yer almada dünyada ikinci sıraya yükseldi.
Elimde onlarca örnekle konuyu uzatabilirim.
Teşebbüs hürriyeti, mal varlığı hakkı, dini inançlar ve ifade hürriyeti temel insan hakları arasındadır.
“Cemaatler şirket sahibi olmalı mı?” sorusu sadece Türkiye’deki bütün cemaatleri üzmekten öte uluslararası bir sorunu da doğuracak tehlike arz ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.