Hepimiz Fırat'ız
Hırant’ın nüfus kâğıdındaki adı da Fırat’tı.
“Fırat’ın tabanından kan süzülüyor.” Mısrası Muhsin Yazıcıoğlu’nun Hrant’ın ardından yazdığı bir şiirinde geçiyordu.
O sıralarda da rahmetli Muhsin Başkanı, Hırant cinayeti ile ilişkilendirmek isteyen karanlık güçler vardı.
Ben Hepimiz Hrant’ız afişlerini taşımasam da, onaylamasam da, anlayışla karşıladım. Öyle ya netice itibariyle Hrant bizim Ermeni’mizdi ve böyle bir cinayet uluslar arası camiada kendi Ermeni’sini bile koruyamayan bir Türkiye imajı çizerdi. Ayrıca da cinayet cinayettir ve merhamet ve sadakat bizim geleneğimizde iki kardeştir. Geleneğimizde ve mayamızda…
Fakat Hepimiz Fırat’ız haykırışı kanımı daha çok ısıtıyor. Ve bu haykırışın öksüzlüğü daha çok…
Neden Hepimiz Hrant’ız diyenler, Hepimiz Fırat’ız diye haykırmadılar? Yoksa Demirtaş’ın ihsas ettirdiği gibi, MHP’liler ya da toplumun bir kesimi hakkında değersizlik kanaati pek mi yaygın bazı kesimlerde?
Neden gepegenç yaşında canına kıyılan bu genç bazılarını hep uzakta tuttu?
Neden kimileri hiçbir yıl anmadıkları halde can kardeşim Metin Yüksel’i anmaya başladılar?
Birileri ellerinin altında bulunan birçok düğmeye keyfince basıyor.
Değerli dostum Namık Açıkgöz
23 Şubat günü çok güzel bir yazı yazdı Fırat’ın ardından. Her kelimesine
katılıyorum.
“Sevgili Fırat, mübarek Cuma günüydü ve cemre o gün havaya düşmüş, dünya ısınmaya başlamıştı ama akşama doğru senin şehadet haberin geldi, yüreklerimiz yandı, ciğerlerimiz yandı, biz yandık.”
Dursun Önkuzu’nun cenazesinde yandığımız gibi yandık. Sanki aynı oyun sahneleniyordu.
“Sevgili gençler, gençlik dönemimizde 5000 vatan evladını sokak çatışmalarında, pusularda kaybettik. Bizim kuşak genç ölümlerini kanıksamış, travmatik bir kuşaktır. O günlerde Yunus’un,
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim, köynür gözüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi”
Mısralarıyla dağlardık yüreklerimizi. Gene o günlere dönmeyelim.
Sevgili Namık yazmış daha ne yazayım Fırat’ın ardından? Fakat belli ki düğmesi bol olanlar ellerini pek de korkak, daha doğrusu müşkülpesent alıştırmamışlar. Kolayca basabiliyorlar.
Önemli olan onu düğmenin başında yakalamak…
O zaman da Meclis’teki şu iç güvenlik yasa tasarısı akla geliyor.
Muhtemel ki, düğme sahipleri iktidarı feci kandırmış. Onlar da 400 aşkına, başkanlık aşkına önünü ardını düşünmeden heyecana kapılmışlar.
Sanki Fuat Avni düğmenin başında oturan kişi…
Bunu nereden mi anladım?
Daha Hakan Fidan ile Kasım Davas’ın Başbakanlık müsteşar yardımcılığına getirildiği sırada…
Sonra bir de MİT tırlarının yakalanmasında…
Daha sayayım mı?
Yakalayan ve yakalatan ile düğme sahibi aynı merkez ise siyasetçiye düşen bundan sonra fazlaca ne var?
Gerisi çelik çomak.. Yani il ve ilçe seçimleri… Nutuklar, demeçler, meclis kavgaları vesaire vesaire vesaire…
Hepimiz Fırat’ız ve bir ölür bin diriliriz…
Bizden kim usanası?...
AJAN PROVOKATÖR İLE EFENDİSİNE MESAJ
Sırıtma lan!
Sütre gerisindeki düğmesi bol adam…
Yeter can aldığın!
Doymadın mı bu kadar kana?
Sırıtma lan!
Her şey, her şey emrinde sanıyorsun değil mi?
Partiler, gazeteler, televizyonlar, patronlar, bankalar, cemaatler, tarikatlar, bürokrasi… Bu ülke senin oyun alanın değil mi, bir reklamda yazıldığı gibi…
Her yanlıştan yeni doğrular icad ediyorsun o küçük aklınla…
Sırıtma lan!
Cehaletini polisiye tedbirlerle, istihbarat oyunlarıyla kapamaya çalışıyorsun…
Biliyorum sen de vatanını çok seviyorsun…
Hem de çok…
Çok sevdiğin için bu kadar cana kıyabiliyorsun…
Yalnızca bir hatırlatma yapmak isterim bencileyin.
Biraz kafan çalışsa bütün bu tezgâhlara ihtiyaç yok oysa… Bir bilsen…
Sadece yapman gereken bu toprakların mayasına güveneceksin ve aptalca oyunlar kurmayacaksın.
Maya yeter her şeye…
Bütün Anadolu sütünü, Fatma teyzenin de olsa, İbrahim amcanın da olsa, Cemo’nun da olsa Memo’nun da olsa, Hırant’ın da olsa, Fırat’ın da olsa o sütleri; ister keçi sütü olsun, ister manda, ister inek sütü olsun, ister koyun yekpare bir kimliğe dönüştürür. Maya dönüştürür. Sen bilmezsin. Sen bi David Phillips ile Henry Barkey bellemişsin burnunun dikine gidiyorsun…
RUBAİ:
Vicdan titrek titrek tel tel dökülür
Hakkı eğenlerin beli bükülür
Hep böyle horlanır sanma bu dava
Gün gelir zorbanın dişi sökülür
FARKINDAYDIK HER ŞEYİN
12 Eylül sonrasıydı.
Eylül Seneleri adlı şiir kitabım ile Kafes adındaki romanım yayınlandı.
Orada gök ekini biçer gibi hissiyatımızı teneffüs ettim kalemle bir daha…
“Gülüyor sütre gerisindekiler…
Maskeler örtüyor yüzleri, kim, ne
Bu geminin dümeni kimde?”
***
“Bir oyun hazırlandı büyük bir masa başında İfadesi alındı gencin otopsi masasında…”
Hangi birini sıralayayım? 12 Eylül öncesinde de sonrasında da farkındaydık her şeyin…
Fakat devlet denen mekanizma eğer düğme sahiplerinin kontrolünde ise ağzınızla kuş tutsanız derdinizi anlatamazsınız. Ne en üst düzeyde devlet adamları, ne alt düzeyde polisler ve imamlar dinler sizi…
Olan olur…
Sonra “olanda fayda vardır” diye çıkar her birisi…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.