Akif’i En İyi Anlayan Nurettin Topçu’dur. Neden?
100. yılda Üzeri Örtülen Meselemiz:
Ekonomi Politiğimiz Üzerine Bir Deneme: 1
Nurettin Topçu, Mehmet Âkif adlı eserinde; büyük adamların eserleriyle hayatlarını birleştiren adamlar olduklarını yazar: “Büyük adam, eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Biz onda şu vasıfları arıyoruz: Önce bütün ömründe aynı kanaatin ayni imanın sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez, muhitine uymaz; muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten daha kuvvetlidir; cemiyeti sürükleyicidir. Bu karaktere sahip insanların, yani değer yaratıcısı olanların bir kısmı zekâsıyla, bir kısmı kalbi ve hisleriyle, bir kısmı da iradesiyle başka insanlara ve cemiyete üstündür, yaratıcıdır, sahiptir veya velîdir. Bu üstün insanlar arasında ise bazıları her bakımdan, hem zekâ, hem duygu, hem de irade kuvvetleriyle cemiyetin insanlarına üstün durumdadırlar. İşte Âkif yaradılışın bu lûtfuna uğramıştı. Ancak onu, iradesinin ateşli tazyikiyle diğer sahalarda muvazenesizlikten koruyan pek mühim bir sebebin var olduğu da unutulmamalıdır: Bu sebep, demirden bir iradeyi ahenkdar bir ray üzerinde yürüten İslâm terbiyesi ve Allah’a imanıydı.”(N. Topçu, Mehmet Âkif, Hareket Yayınları, İstanbul 1970; Dergâh Yayınları, İstanbul 1998)
Eseri ile Hayatını Buluşturan Sanatkar Mehmet Âkif, gerçekten de hayatıyla eserini yüzde yüz buluşturmuş nadide sanatkârlardandır. O da her büyük sanatkâr gibi münzevi bir adamdır. Yalnızdır. Ama onun yalnızlığı yaşadığı cemiyetin içinde, halk içinde Hakk’la beraber olma biçimindeki gerçek sanatçının sonsuzluğa kanat çırpması gibi türünden bir yalnızlıktır. Daha eserini vermeğe başlarken, diğer şairler gibi çiçekler, kuşlar, deniz esintileri, sevgili dudakları, gecenin hüznü, güneşin doğuşu şiirinin konusu olmamış; doğrudan yaşadığı cemiyet: Küfe, Hasta, Mahalle Kahvesi, Meyhane, Kör Neyzen, Köse İmam, Seyfi Baba şiirine yansımıştır.
Mehmet Âkif’in doğduğu ve yaşadığı çevre olan Fatih semtinin hemen komşusu olan Sarıgüzel Mahallesi ki sonradan büyük bir yangında kül olmuş ve üzerinden Vatan Caddesi geçirilmiştir, şairin sokak dilini, tekke dilini, dergâh dilini, medrese dilini kaptığı geliştirdiği muhittir. Bu çevrede her türlü asâlet, fazilet hisleriyle birlikte; her türlü yoksulluk kültürü iç içe yaşamaktadır. Türk Edebiyatının sosyal muhtevası bakımından en zengin şairi olan Âkif’in şiirlerine malzeme olan insan çeşitliliği işte bu çevreden edindiği gözlemlere dayanmaktadır çoğunlukla. İslâmcı, sosyal adaletçi, isyancı, milliyetçi şairin şiirlerindeki insanı sanat gücüyle birleştirerek ortaya çıkardığı, işlediği müşahede sahası, eserindeki kahramanların iklimi Fatih ve yanı başındaki bu mahalle olmuştur.
Âkif’in Safahat’ındaki kahramanlar ilk önce yaşadığı mahalledeki insanlardır; onun için gerçek kahramanlardır ve sanatçıya “sanat toplum içindir” düsturu çerçevesinde sağlam, gerçekçi bir muhit bahşetmiştir. Bu kahramanlar sokak kabadayıları, külhani beyler, hocalar, imamlar, vaizler, cemaatten gerçek adamlar, müderrisler, yiğitler, sünepeler ve ondan sonra yazarlar, şairler ve geniş İstanbul çevresi aydınlar, ondan sonra da bütün bir ülke ve insanlık...
-“Simid mi istedin ağa?
-“Yokmuş onluğum, dursun.”
Mısralarında olduğu gibi tabii bir sokak dili ve yaşantısı;
“Geçen akşam eve geldim. Dediler:
-Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
-Nesi varmış acaba?
-Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
-Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol!”
Ya da Seyfi Baba şiirinde olduğu gibi tam bir mahalle, konu komşu, sokak Türkçe’si ile buradaki en tabii komşular, hısımlar, insanlar...
Annesinin Âkif’in şiirleri için söylediği “incesini ipe dizmiş, kalınını sapa..” cümlesinde olduğu gibi, arûzun en ince nezahetle söylenen ve Alain’in dediği gibi bir tablo çizercesine meydana çıkarılan nazım ile en kalın, kaba sokak dili yan yana olmakla Âkif’in sanatını topluma, toplumu da sanatına eriştiren bir şiir iklimi yaratılmaktadır. Bu şiir o kadar özgündür ki, şair şiirini zaman zaman tefsir etmek ihtiyacındadır.
“Safahat’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında: “Hazîn işte bu!” der.
-Küfe?
-Yok.
-Kahve?
-Hayır.
-Hasta?
-Değil.
-Hangisi ya?
-Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!”
Alain onu boşuna ressam şair diye tanımlamaz. Akif, şiiriyle tablolar çizmektedir hatta tiyatro ve sinema enstantaneleri…
Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla
Koca mer’a dolu baştan başa sağmallarla
Diye tarif ettiği Anadolu’yu bir gözünüzün önüne getirin.
Hele Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiirinde:
Kafa, göz, gövde, bacak, kol çene, parmak, el ayak
Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak
Sonra şu mısralar:
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Bir tasavvur ediniz, nasıl resmedilir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.