Mehmet Akif’in Fikriyatı ve Ekonomi Politiği
Akif’e Devam: 4
Mehmet Âkif hakkında en çok biyografi denemesi yazılan, hakkında en çok tartışma yaşanan şairimizdir. Şiirleri, sanat anlayışı çok tartışıldığı gibi fikriyatı, ekonomi politiği de tartışmalıdır. Onu liberal bulandan seküler bulana kadar çok yazarımız var. Gerek İslamcı, milliyetçi, millî, gelenekçi, postmodern İslamî kanattan; gerekse sol, ulusal, Marksist, Kemalist kanattan olsun birçok yaratıcı aydınımız onun positivist, realist, pragmatist, rasyonalist, sekülarist, modernist gibi batılı yakıştırmalarla kimliğini tahlil ederlerken yine aynı kanatlardan kimileri de ekonomi politik görüşünü liberalizm, kimileri de sosyalizm olarak vasıflandırdı.
Edebi kişiliği ve sanata bakışı konusunda sanatın toplum için olması gerektiği ortak kanaati elbette yaygın.
Onun edebiyat ve fikir inşasında geleneğin önemli bir yeri var. Sarsılmaz imanının ve küçük yaşta aldığı Kuran eğitiminin üzerine Fransız edebiyatı, Doğu kültür ve edebiyatları ufuk açıcı olmuş. Namık Kemal başta olmak üzere kendi ülkesi ve kendine yakın nesil fikriyatının şekillenmesinde önemli rol oynamış. Bu tabiidir ve olması gerekendir. Sonra Abduh’tan Afgani’ye Abdürreşid İbrahim’den Musa Carullah’a, Muhammed İkbal’den Reşid Rıza’ya yaşadığı çağın ülkesi dışındaki İslam mütefekkirleri ufkunda açılım yaratmış. Yine kendi ülkesinden Said Halim Paşa ve Mustafa Sabri’ler onda bir terkibe kapı aralamış. İzini sürdüğü Namık Kemal nasıl Fransız ihtilâlinden ve batıdan etkilenmesi gerektiği kadar etkilenmiş ve fakat doğrudan teslim olmayıp yarışmacı bir karakterle kendi dininden, tarihinden, şeraitinden, geleneğinden, lugatinden karşılıklar bularak dünyayı ister istemez saran rüzgâra karşı kavramsal inşa geliştirmişse Âkif de bunu yapmağa gayret göstermiştir.
Türk tefekkür tarihine bakacak olursak şairlerin diğerlerinden çok daha önce ve kalıcı olarak inşacı olduklarını görürüz. Yesevi’den Yunus’a, Mevlana’dan Nabi’ye, Namık Kemal’den Mehmet Âkif’e bu böyledir.
“Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” gibi çok tenkit edilen mısranın Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek lazım cancağazım” veya Hacı Bayram Veli’nin “ben dahi yeniden yaratuldum taş u toprağ arasında” formülasyonuna bağlı olmadığı ileri sürülebilir mi?
“Fikir plânında Âkif’in en orijinal tarafı, tenkitçiliğidir. Onun şiirinin özelliklerinden biri olan hiciv, Safahat’ta, batılının haçlı zihniyeti için, doğuyu ezen, sömüren, medeniyet adına ölüm makineleriyle gelen batılılar için kullanılmıştır. Fakat asıl mühimi, bu hicivlerin, bu ağır tenkitlerin daha çok müslümanlar için kullanılmasıdır. Hiçbir fikir adamının, kendi mensubu olduğu zümrenin insanlarını bu kadar ağır tenkid etmiş olduğunu bilmiyorum. Bu, Mehmet Âkif’in samimiyetinin en büyük delilidir. Ve galiba bugün de Mehmet Âkif’e duyduğumuz ihtiyacın temelinde bu çeşit bir samimiyetin eksikliği bulunmaktadır.”
Prof. Dr. Orhan Okay, ‘Mehmet Âkif-Bir Karakter Heykelinin Anatomisi’ adlı eserinin önsözünde böyle yazıyor.
“Tevekkülün hele, mânâsı hiç de öyle değil,
Yazık ki, beyni örümcekli bir yığın câhil,
Nihâyet oynayarak dîne en rezil oyunu;
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!”
* * *
“Kadermiş öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru.
Belânı istedin, Allah da verdi.. Doğrusu bu.
Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Zamanıdır oturup, şimdi herze dinlemenin;
O yâve-gûları hâlâ, adam deyin beğenin!
Sarıklı milletidir milletin başında belâ...
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete hâ?»
“Mehmet Âkif’in Safahat’tan önce yazdığı, neşredilmiş veya yakınları elinde kalmış şiirlerinden bildiklerimiz arasında devrin padişahını öven bir kaside, bir manzume, hatta tek bir mısra bile mevcut değildir.”
“Rüşdiye’de iken Muallakat, Hafız, Sadi, Mevlâna, Fuzûlî gibi doğu edebiyatlarından örnekler okuyan Âkif, Halkalı Baytar Mektebinde batı edebiyatına merak sarmıştı. Kendisi de bir şair olan Ispartalı Hakkı, onu Fransızca öğrenmeğe teşvik etmişti. Öğrenmek hususunda hırslı bir öğrenci olan Âkif kısa zamanda Fransızcayı, hiç zahmet çekmeden, okurken zihnen tercüme edecek duruma gelmişti. Bu imkân ona Fransız edebiyatının kapılarını açtı. Hem fikir, hem şiir, hem de roman alanında başta romantikler olmak üzere bir yığın kitap okudu. Victor Hugo, Erneste Renan, Anatole France, Alfrede de Musset, Lamartine, Rousseau, Sienkiewicz, Alphonse Daudet, Emil Zola, Dumas Fils severek okuduklarındandır. Bu isimlerden daha sonra makalelerinde ve dostlarıyla yaptığı konuşmalarında zaman zaman bahsetmiştir. Lirik şiirlerinde Musset, Hugo ve Lamartine’in, manzum hikâyelerindeki tasvirlerinde de Daudet ve Zola’nın tesirinin izlerini görmek mümkündür.” (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif Ersoy, İş Bankası, İstanbul 1986)
Ya ekonomi politiği?...
Nurettin Topçu’ya göre Mehmet Âkif sosyalisttir. Fakat bu sosyalizm, Topçu’nun târif ettiği sosyalizmdir ve tarihî materyalizm ile alâkalı olmayıp nevi şahsına münhasırdır.
Safahat’ın 2. kitabını ele aldığımız bölümde de görüleceği gibi bizim toplumcu şair diye tanımladığımız Mehmet Âkif’i doğrudan sosyalist bir âbide olarak takdim eder Topçu. Âkif’in Hasta şiirinin yer aldığı bölümde gerçekten de hiçbir sosyalist şairin erişemediği bir sosyalist şiirin inşası söz konusudur.
Fakat şirinin hissiyatı, fakir fukaranın hamiliği gibi kimi Âkif ve Topçu çizgisinde oldukları iddiasında olanların ileri sürdüğü gibi acaba Âkif de Topçu gibi bir yanılsama içinde miydi, yoksa bu ekonomi politiği tercih edişleri bilinçli, sistemli bir inancın, metodlu bir zihinsel çözümlemenin eseri miydi?
Topçu’nun açıkça dile getirdiği sosyalist söylem çerçevesini Âkif’de göremiyoruz. Fakat Topçu’ya göre Âkif doğrudan onun sosyalist fikir sistemini teşkil edenlerin başında gelmektedir.
Âkif Nasrullah Camiindeki vaazında sosyalizmin hedeflerine ne kadar uyan bir fikriyatımız olduğunu açık yüreklilikle dile getirmekte, bolşevizme de bu yüzden gerek olmadığını izah etmektedir. Nurettin Topçu’nun sosyalizmi de böyledir. O da komünizme karşıdır ve Anadolu yahut Türk sosyalizminin komünizme ihtiyaç duymadığını ama korkmasına da gerek olmadığını hatırlatmaktadır.
“Avrupa hükümetlerini titreten Bolşevik tehlikesi, bizler gözlerimizi açmak suretiyle âlem-i İslam hakkında tehlikeli değil, bilakis istifade olunacak bir fırsattır. Çünkü evvela bizde Bolşeviklik zuhurunu yahut hariçten sirayetini hazırlayacak sebepler yok. Ne sermaye sahiplerimiz, ne bankalarımız, ne amele meselemiz, ne arazi meselemiz mevcut değil. Saniyen bütün harekâtımızı, muamelâtımızı tanzim eden şeriatımız sosyalistlerin, Bolşeviklerin bundan asırlarca sonra belki bulabilecekleri düsturların, esasların en insani, en ulvi, en fıtrî, en şefik, en rahim şeklini ihtiva etmektedir. Binaenaleyh Bolşeviklerin Garp medeniyetini yıktıkları gün bizim esaslı hiçbir şeyimiz sarsılacak değildir. Sarsılsa sarsılsa Avrupalıları körü körüne ve hiç lüzumsuz yere taklit ederek aldığımız birtakım şeyler sarsılacaktır ki zaten bugünkü felaketimizin en birinci sebebi o mefasidin harim-i mevcudiyetimize sokularak hayat-ı içtimaiye ve siyasiyemizi zehirlemesidir. O halde bizim Bolşeviklerden korkmamıza mahal olmadığı gibi, Bolşevik olmaya da ihtiyacımız yoktur.”
Hatta daha ileri giderek Bolşeviklerle düşmanımın düşmanı dostumdur ittihazınca ittifak edebileceğimizi söylemektedir.
“Biz elimizdeki şeriatın ahkâmına, esâsât-ı fâzılasına tamamiyle sarıldığımız gün yakamızı kurtarmış oluruz. Evet, düşmanın düşmanı dost olmak itibariyle müşterek, mütekabil menafi dairesinde Bolşeviklerle ittifak edebiliriz. Garp'ın âlem-i beşeriyeti, bilhassa biz Müslümanları ezmek için kuvvet almakta oldukları o melun zulüm müesseselerini yıkmak hususunda Bolşeviklere yardım da ederiz. Artık bu ittifakın zamanını, zeminini, dairesini, bu muavenetin derecesini tayin etmek, tabiidir ki, selâhiyet sahiplerine aittir. O cihetleri onlar düşünsünler, onlar halletsinler. Böyle bir ittifaktan biz ne kadar istifade edersek, Ruslar da o derecede müstefid olacaklardır. Çünkü ihmal edilemiyecek bir kuvvet olduğunu demincek söylediğimiz İslam âlemi kendileriyle müttefik olmak şöyle dursun, bitaraf kalmakla bile Bolşeviklere pek kıymetli muavenette bulunmuş olur. Buna mukabil şimdiye kadar şimalden, cenuptan, şarktan, garptan mahsuriyet içinde kalan Müslüman milletlere de böyle bir ittifakın vereceği faydalar inkâr olunamaz. Henüz silah tedarik edememiş olanları silahlanacaklar, arkalarından emin olarak önlerindeki düşmanı denize dökmeğe, asırlardan beri kaybettikleri istiklali ele geçirmeğe muvaffak olacaklardır.”
Bugün evrensel İslam fikriyatında sosyalizm üzerine ne yazık ki yeni terkiplerin, tahlillerin, tenkitlerin izlerini göremiyoruz. İslamcılık düşüncesi de bundan nasibini kanamadı. Hele hele Kalvinizmin İslamcılık düşüncesini istila ettiği bugün Akif’in, Topçu’nun, Bedizüzzaman’ın, Gökalp’ın, hatta Namık Kemal’in ayarında birkaç mütefekkir bulabilmemiz neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Akif’in İslam ve Türk düşüncesi açısından önemi İstiklal Marşı polemiğinin ötesine ne yazık ki geçemedi.
Bir de İstiklal Marşı okuma yarışmalarının…
ARTIK Akif’i anarken okul müsameresi gibi işlerden vazgeçmeli ve bir de mağdur edebiyatından vareste işlere yönelmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.