Zorâkî Münâsebet
Bugün biraz zihin jimnastiği yapalım. “Atatürk ile fizik arasında ne münâsebet var?” diye sorsam, ne cevâp verirsiniz? Muhtemelen, “Atatürk fizikçi değildir. Bir münâsebet yoktur” dersiniz.
Ama, darbe sonrası yıllarsa bakın bu münâsebet nasıl kurulur?
Seksenli yıllarda fakültede, şöyle bir hâdise işitmiştik. Fizik bölümünde, inkılâp târihi hocası, yazılı imtihânda “Atatürk ile fizik arasındaki bağ nedir?” diye bir soru sormuş. Bu şu demek: Kuvvetli bir bağ kuran tam not; kuramayan sıfır alacak. Diğerleri ise bağa göre derecelenecek. Ne de olsa darbe yılları. Bir öğrenci cesâret edip de “Ne alâka?” diyememiş. Dereden tepeden bir bağ kurup yazmışlar.
Peki, Atatürk ile deprem arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Şöyle ki;
Mâlûmunuz, âfet ve savaş gibi durumlarda insanların dînî duyguları coşar. Felâkete mârûz kalanlar için de onlara yardım edenler için de böyledir. Kendisini ateist sananlardan bile Allah’a sığınanlar olur. Allah rızâsına tâlip olanlar, karşılıksız yardımlaşmada yarışırlar. Bu şöyle bir tehlike(!) doğurur. Toplum daha da dindarlaşır.
İşte, Marmara depreminde de böyle oldu. Bizim Kemalistler, buna izin verir mi? 28 Şubat sonrasıydı ne de olsa. Derhal, izinleri kaldırıp harekete geçtiler. Deprem bölgesinde destan yazan dindâr sivil toplum kuruluşlarına engel olmaya kalktılar. Yardım faaliyetlerini irticâ gibi göstermeye yeltendiler. Nihâyet bir gün, İstanbul’da bir belediye, bir bez afiş astı. “Atam! Yer sarsılsa da biz sarsılmayız.” Çok pişmânım fotoğrafını çekmediğime. Gel de şimdi ispât et.
Olmadı. Durduramadılar. Baktılar lâiklik elden gidecek, yardım kampanyaları düzenlediler.
İşte bu misâllerde olduğu gibi Atatürk ile her şey arasında bağ kurma meraklıları, 18 Mart Çanakkale Zaferi törenlerinde, “Atatürk niye anılmıyor?” diye feryâd ettiler. İyi de kardeşim, Mustafa Kemal Çanakkale Deniz Savaşı’nda yok ki. Kara savaşlarında var. Zafer ile alâkası olmayan birisi niye anılsın?
Efendim, Çanakkale’ye dindarlar çok sâhiplenmeye başlamışmış. Buna izin verilemezmiş. O hâlde ne yapmalı? Laikler de bu işe sâhip çıkmalı.
Çıksın, ne güzel! Fakat, kendi usûllerince olsun istiyorlar. İrticâ çağrıştırmasın. Sanki, Çanakkale harbi, haç ile hilâlin savaşı değildi de işgâlci Müslümanlar ile laiklerin savaşıydı. Çanakkale Zaferi’nin tekbirlerle, duâlarla anılmasından daha tabi ne olabilir?
CHP, bu işte! Önce, Çanakkale’yi Lozan’da, İngilizler’e teslim etti. Yıllarca, sâdece vapurdan selâmlayarak tören yaptı. Milliyetçi gençlik sâhiplenince, onlara kaptırmamak için kıpırdadı ama, bu sefer de beceremeyip Kadeş rezâletine imzâ attı.
Şimdi de “Aman, dindârların eline geçmesin” derdinde. Bu yüzden “Atatürk olmasa Çanakkale olmazdı” kolaycılığına sığınıyor. En büyük engel ise Çanakkale Deniz Zaferi... Onu da darbe dönemleri alışkanlıkları ile aşma peşinde. “Var diyorsak vardır.”
Beyhûde gayret. Bunlar eski Türkiye’de kaldı.
Not: Bayram kelimesi, Türkçe’dir. Kutlanan gün, şenlik anlamına gelir. Önüne Kurban ve Ramazan kelimeleri gelince dînî hüviyet kazanır. Nitekim Osmanlı’da, bayram değil, iyd kelimesi kullanılırdı. Dolayısıyla, Nevrûz bayramı deyince direk dînî bayram olarak algılamak yanlıştır. Nevrûz bayramı, bahar şenliğidir. Gelenektir. İslam’a aykırı bir yönü de yoktur. Bir Türkmen köyü olan memleketimde, Nevrûz kelimesi kullanılmaz bile. Hâlâ, Mart Dokuzu denir. İsme takılıp Mecûsîler’le bağ kurmak doğru değil.
Bu açıklama, pazar günki Nevrûz yazıma gelen tenkitler için. Biraz Türkçe lütfen...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.