Müslümanların birliğinin/vahdetinin mahiyeti
“İslam’ın egemenliği” ve “Allah’ın yasalarının hükümranlığı” için “müslümanların birlik ve beraberliği”nin sağlanması gerektiği hususunda sanırım ihtilaf yok. Ancak ne acı ki açık, net ve kesin bir ittifak konusu “ihtilaf ve iftirak”a dönüştürülmüş. “Ümmet birliği”nin lüzumunda hiç kimsenin ihtilafı yok da, müslümanlar arasında, hakkında ittifak olan bu husus kadar ihtilaf ve iftirak konusu da yok! Bunun sebebine dair derinlemesine “sosyo-psikolojik ve itikadi tahliller”in yapılması lazım.
“Vahdet kimlerle sağlanır, kimlerle birlik olunur?” sualine yalın ve net bir cevap vermek istiyorum:
İman ve küfür arasına bir çizgi çizdiğimizde, “çizginin İslam tarafı”nda yer alan ya da bazı nitelikler bakımından dışarıda kalsa da, “duruş itibariyle kendini İslam tarafına izafe eden” herkesle ve her kesimle, bütün “farklılıklara ve hatalara rağmen” birlik içinde olmanın yolunu bulmalıyız. Çünkü Allah, Ehl-i Kitap ile bile aramızda “ortak bir kelime”den söz ediyorsa, “müslümanlar arasında kaç tane ortak kelime var”, bir düşünün.
Kim kiminle hangi hususlarda ortak düşünüyorsa işte o hususlarda birlikte hareket etmeli. Eğer ortak noktalarda birlikte hareket edilir de farklılıkları konuşmak ertelenirse, anlaşmazlık noktaları zaman içinde giderilecektir. Ortak noktalarda birlik sağlamak yerine farklılıkları esas alıp ayrı kalmaya çalışmak hem insanca, hem de müslümanca bir tutum olmaz.
Bir kimsenin zahiren İslâm dairesinde bulunmuş olmaya ters düşen bir durumu olsa bile, eğer o kişi bunun farkında değilse, onunla irtibat için bir gerekçemiz ve ortak noktamız var demektir. Kişi, hatasının farkında olmadığı ve esas amacı İslam olduğu sürece, onun bir yorum veya davranışı, bir başkasına göre hatalı diye irtibatı kesemeyiz. Problem olan, kişinin yanlışta olması değil, bilerek yanlışta karar kılması, yanlışa devam etmesidir. Tutumu hatalı da olsa, esas itibariyle “vahyi önceleme” zihniyetini taşıyan biriyle, “vahyi yanlış anlaması” ya da “vahyi yanlış yorumlaması” ayrışma gerekçesi yapılmamalı, bilakis “daha sıkı birlik” için “nasihat” gerekçesi sayılmalıdır.
Elbette hataları kabul edecek değiliz. Hatalı davranana kızma veya eleştirme hakkımız saklıdır. Ancak bu, “ipleri koparma” noktasına vardırılmamalı, “çizginin İslam tarafı”nda olan herkesle bir şekilde “birlik olmanın çareleri”ni aramalıyız.
“Vahdet”in mahiyetine gelince... Vahdet, “müslüman fertler arası birlik”, “İslami hareketin örgütlenişinde yapılanmanın temel unsurları arasında koordinasyon” ve “düşünce, tavır ve eylem birliği”dir.
“Müslüman fertler arası birlik”, müslüman fertlerin “aynı helaller ve haramlar üzerinde ittifak etmesi” ile mümkün olur ve “müslüman fertlerin itikadda, amelde, düşünüşte, eylemde, velâyette, harekette, cemaatte, cihadda vs. birleşmeleri”ni gerektirir. Bu hususta “asgari müşterekler” bulunduğunda, vahdet için zemin oluşmuş demektir; detaya sonra inilmelidir. Müslümanların, sırf “iman ve İslam kardeşliği”nin gereği olarak birbirlerini sevmeleri, saymaları, kollayıp gözetmeleri, “eylem birliği”ne hazır hale gelmeleriyle zemin oluşmuştur. Müslümanların aynı esaslar üzerinde “gönül birlikteliği”ni sağlayabilmeleri başlangıç için yeterlidir.
“İslami hareketin örgütlenişinde yapılanmanın temel unsurları arasında koordine”, daha çok “organizasyonal yapılanma ve birliktelik”i ifade eder. Bir İslami hareketin yapılanmasındaki olmazsa olmaz temel esaslar şunlardır: Atmosferi “ihlas”, vücudu “vahdet”, mayası “kardeşlik ve fütüvvet”, tabanı “cemaat”, çatısı/başı “velayet”, ekseni “ilim ve salih amel”, beyni “müşavere”, yansıması “tebliğ ve nasihat”, ufku “sabır ve azim”, yolu “hicret ve cihad”, ruhu “şehadet şuuru.” İslami hareket, yapılanmasının bu esaslarını “insan unsuru”na dayanarak, “ortama göre” ve “aileler” üzerine bina ederse kalıcı nitelik kazanır.
“Düşünce/düşünüş, tavır ve eylem birliği” ise, “ortak plânlama”yı ve “çalışmalarda işbölümü”nü gerektirir. Her fert veya çalışma grubu, “genel koordinasyon” içinde üzerine düşen vazifeyi ifa etmeye ikna olmalı; böylece “çalışma alanlarında ayrı kulvarlar” olsa da, “özde birlik” sağlanmalıdır. “Özde birlik” oldu mu, yani “düşünce, tavır ve eylem”de birlik sağlandı mı, fertlerde “toplum” ve “cemaat” hakikati oluşmuş demektir. Fertlerde tecelli eden cemaat şuuru, her ferdi keyfiyette cemaat gücüne ulaştırır; çünkü cemaat bütünlüğü, bir uzuv mahiyetindeki ferdin vücudu gibidir. “Birlik”i oluşturan her ferdin/grubun “güç” olarak birbirleriyle etkileşimi, “güç birliği”ni zirveye çıkarır, enerjiler birleşip sinerjiye dönüşür. İşte bu sağlam temel denge, fertlerin, cemiyetin ve fertler ile cemiyet arasındaki ilişkinin “düşüncede, tavır koymada ve eylemde bulunmada birlik” esasına oturtulmasıdır.
Asgari bu mahiyeti taşıyan “müslümanların birliği/vahdeti” için, bu üç esasın bütünlük içinde, koordineli olarak gerçekleştirilmesi lazımdır.
Şimdi, kendi gruplarının başında bulunan, ama müslümanların vahdeti sağlandığında konumlarını kaybetmekten endişe ettiği için birlik ve beraberliğe yaklaşmayan, bir araya gelmek için yüzlerce gerekçe ve ortak nokta varken bugün için öncelikli olmaması gereken farklılıklarla ayrılığı sürdürenlere, kendi nefislerine şunu sormalarını öneriyorum:
İslam hakim olacaksa, sen lider olmasan ne olur? İslam hakim olmadıktan sonra, sen lider olsan ne olur?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.