İşte Bu Biziz
Devletimizin, vatanımız olan Anadolu coğrafyasına, bu coğrafyanın vatan oluşuna emek vermiş bütün insanlarına, bu toprakları işleyip alın terleriyle besleyen tarihindeki bütün medeniyet, inanç, kültür ve milletlerine vefa borcu vardır. Bu borç, temelde bu topraklara olan borçtur. Bu topraklarda yaşamış bütün insanların ruhu, bu topraklarla yoğurulmuştur. Hepimizi aynı ruhta birleştiren, yoğurulduğumuz toprakların müşterekliğidir.
Bu millet, coğrafyası olan vatanından beslendi. Bu vatan, hepimiz için ortak olan bir iklim sayesinde vücut buldu. Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su aynı iklimin yağmurunun, rüzgârının, fırtınasının, karının, sıcağının, soğuğunun eseridir. Bu toprakların ateşi kötülüğü, suyu kiri yok eder.
Beslendiğimiz gıdadan, içtiğimiz sudan aynı lezzeti alışımız bundandır. Bugün bizi yaşatan maddi ve manevi kuvvetlerin çoğunu bu topraklara, bu toprakların ev sahipliği yaptığı medeniyetlere borçluyuz. Bu topraklara yaptığımız maddi ve manevi katkılarla, bu toprakların ilk sahiplerinden bugüne kadar gelmiş bütün sakinlerinin miraslarına Türk’ün seciyesi, İslâm’ın ruhu eklendi. Türk ve İslâm, bu topraklardan aldığı mirasla hem zenginleşti hem de bu toprakların değerini yüceltti.
Bugün yaşayan bizler, bizden öncekilere karşı sorumlu olduğumuz gibi bizden sonra gelecek olan çocuklarımıza ve torunlarımıza karşı da sorumluyuz. Bizden öncekilere karşı sorumluluğumuz, onların bıraktıklarına sahip çıkmak; gelecek nesillere karşı da sorumluluğumuz, yaşayabilecekleri insani bir medeniyet bırakmaktır. Çünkü bizim medeniyetimiz, insanı dikkate alan ve onu manevi kıymetlerle var oluş sahnesine çıkaran bir medeniyettir. Yaşatmamız gereken, medeniyetimizin manevi kıymetlerini şahsında müşahhas hale getiren insandır.
“İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı yapan manevi kıymetler manzumesidir… Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin… Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” Bu ifadeler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste adlı romanında geçiyor. Yaşadığımız coğrafya olan Anadolu’nun maddi ve manevi değerlerinin kıymetli olduğuna inanıyorsak, bu toprakların yetiştirdiği ve bu toprakların maddi ve manevi ikliminden beslenen insanımızın bozulması, tereyağının bozulmasına benzer.
Bu toprakların ruhu, vahdete inanmış bir ruhtur. Onun için bu ruha ayrılık, kin, çatışma, bölünme, kavga, düşmanlık yabancıdır. Bu toprakların ruhuna yabancı hale gelmediysek şayet, bugün her birimizin-her ne olursak olalım, her kim olursak olalım-temsil ettiği bu ruh, kendi ferdiyetimiz ve cemiyetimizde hala yaşamaya devam ediyorsa şayet, bu toprakların ruhuna ihanet etmek isteyenleri kendi medeniyetine yabancı olarak görmek durumundayızdır. Ve onlar, bu toprakların hepimiz için ortak olan mayasından, Anadolu Mayası’ndan nasiplenmemiş olanlardır.
Söz konusu ettiğimiz bu ruhun en son ve en müşahhas hali, 100 yıl önce bütün dünyaya kafa tutan Çanakkale’de ve hemen arkasından gelen İstiklal Mücadelesi’nde yaşattığımız ruhtur. Bu ruh, tarihin garip bir tecellisi olarak, tekrar ihtiyaç duyduğumuz bir mecburiyet ve vefa hissiyle kendisine hürmet ettiğimiz bir ruh olarak tekrar dirilmek zorundadır. Bu ruhu diriltmek için, bu ruhun kaynağından bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün gıdalarına sahip çıkmak ve en az önemsiz gibi görünen en küçük parçasını bile ihmal etmemek gerekir.
Müşterek olan aynı mayanın hamurundan farklı ekmek pişirmek isteyenler, çok iyi biliyoruz ki, sizlerin kaynağında bu maya yok. Ve yine çok iyi biliyoruz ki, bu vatanın ikliminde bu iklime yabancı olan hiçbir şey yetişmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.