Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Başbuğ

Başbuğ

Onun sesini ilk duyduğumda ürperdim. Ama korku ile değil, heyecanla, iştiyakla…

“İşte!” dedim: “Türk’ün makûs talihini yenecek Oğuz neslinin son temsilcisi, üstadın Büyük Doğu marşındaki “yürü altın nesli demir Oğuz’un” sesine muhatap olan lider!”

Ürperdim, çünkü hemen herkes, demokrasi adı verilen ve dillerde pelesenk olan, manası ve muhteviyatı konusunda hiç kimsenin bilgi ve görgü sahibi olmadığı bir yalanın, sihirli kelimenin peşinde sürükleniyordu.  

O şöyle diyordu davudî sesiyle:

“Ben sizi sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, hile rüşvet ile çiğnenen çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir medeniyete çağırmıyorum. Ben sizi yoksullukla savaşa, adaletle yarışa, birliğe, kardeşliğe; kısacası hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: yeniden maneviyata dönüş.”

Bu cümleler, her kelimesiyle benim kalbimden çıkmış gibiydi.

Bugün de geçerli hükümleri yok mu bu mütalaanın?

İşte bu mütalaanın ve davudî sesin sahibi, kurduğu Milliyetçi Hareketle millî direncin adresi olmayı bilmiş Türkeş’ten başkası değildi.

OCAK VE BAŞBUĞ

Sonra gençlik yıllarımızda Türkeş’i yakından tanıma fırsatımız oldu.

O başbuğumuzdu.

Başbuğ Türkeş Başbuğ Türkeş

Sensin Alparslanlara eş

Milletimin gözü yaşlı

Kurtar onu Başbuğ Türkeş

basliksiz-6-039.jpg

Siyasetin değil ama millî direncin estetize edilmiş bir hayat biçimi haline gelmesi demekti ondun yanında mücadele etmek.

Zira Milliyetçiler Derneği’nden bu yana Nurettin Topçu’dan Atsız’a, Reha Oğuz Türkkan’dan Remzi Oğuz Arık’a, Erol Güngör’den Seyit Ahmet Arvasi’ye, Necip Fazıl’dan Cemil Meriç’e, Galip Erdem’den Nevzat Kösoğlu’na ve daha birçok fikirleriyle aydınlandığımız kalem erbabının yolu onunla kesişmişti. 

Gel zaman git zaman siyasetin sokak ve mahalle yüzüyle karşılaşınca Türkeş’in ihtilalin gür sesi olması çoğu zaman dezavantaj olarak karşımıza çıktı.

Yıllar boyu O’nun 1960 darbesinin mağduru olduğunu anlatıp dursak da neticede darbeyi yapan askeri idarenin sözcüsü konumu Menderes’in idamı meselesi ağzımızla kuş tutsak sonuç alamayacağımıza işaretti. 

Yine de 1980 darbesi olmasaydı 1981 yılında iktidar olacağı belliydi Milliyetçi Hareket’in…

Bunu daha sonra ABD belgelerinden de anlıyoruz.

Değerli dostum Doç.Dr. Mehmet Akif Okur geçenlerde ABD’ye gitti ve ihtilalin bizzat Türkeş’e karşı yapılmış olduğunun belgelerini buldu.

Bize bile tesir eden Türkeş: NATO’nun adamı dedikodusu böylece boşa çıkmış oluyordu. Türk ordusunun bir subayı Nato’da görev almışsa hemen damgayı yapıştırabiliyordunuz.

Şimdilerde iktidar bile, başkanlık sistemi savunmasında, onun başkanlık sistemine dair görüşlerini gündeme getiriyor.

Şüphesiz Türkeş geleneksel Türk yönetim anlayışından yanaydı.

Ama bu anlayışın özünü milliyet meydana getirirdi.

Hani İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Âkif’in dediği gibi:

Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz.”

Milliyetin ayaklar altına alındığı bir sistemin adı başkanlık sistemi olamaz.

O kadar…

Vefatının sene-i devriyesinde bir karlı, soğuk 4 Nisan günü milletimizin onu nasıl uğurladığı yine gözlerimizin önünde.

Yeni Düşünce dergisini çıkardığım günlerde yaptığımız toplantılar, yakın teşrik-i mesailer aklımda. 

Sonra seksen evveli çıkardığım Nizam-ı Alem dergisi ile parti divanında yapılan tartışmalar…

Benim bir bavul dolusu okuyucu mektubunu alıp Oran’daki evine götürüşüm. Orada Başbuğu ikna edişim unutulacak şeyler değil.

Evinde babacan bir adam olan Başbuğ Türkeş, bana meyve suyu ve kraker ikram ettikten sonra:

“Oğlum, ben böyle olduğunu bilmiyordum. İstersen devam et. Ama Divan’da böyle karar alındı. Beni zor durumda bırakırsın” deyince, yani bana inisiyatif verince; çıkışta kapının önünde şöyle düşündüm:

“Kapattım dese devam edecektim, ama kararı bana bıraktı. Onu nasıl zorda bırakırdım. Suçu Sıkıyönetime atmak en iyisi…”

Böylece Sıkıyönetim Nizam-ı Alem’i kapattı diye ilan ettik.

Bugün bazıları o dergiyi Türkeş’in kapattığını yazıyor bilip bilmeden..

Mamak’ta Tahta Sıralarda Yanyana

Sonra Mamak mahkemelerinde yan yana oturduğumuz oldu. O ilk sıranın solundaki bölmede, biz D Blok tutukluları ilk sıranın sağ bölmesinde…

Arada asker… Ama çok şey değerlendirdik. O vaziyette geleceğe dair ümitler paylaştık. Çıkışta benim dergi çıkarmamı istemişti. Gazete çıkardık. Millet…

Mamak Mahkemelerinin ilk gününde Türkeş’in daha kapıdan girerken hepimizin ayağa kalkıp topluca ve en gür biçimde İstiklal Marşı okuyuşumuzu tarih yazacak elbet. Zira ilk Mecliste de ve bundan sonra da İstiklal Marşı hiçbir vakit ve hiçbir yerde böyle okunamaz. Okunmayacak…

Daha sonra 1987 yılı ve Yeni Düşünce mahfili…

1991 ittifakında, partinin başına geri gelmesi sırasında(malum Abdulkerim Doğru genel başkan yapılmıştı) ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görüşlerimi birebir aktardım. Gerek programlar yazılırken, gerek gençliğin eğitiminde yaptığım özeleştirileri, getirdiğim teklifleri kelam-ı ciddiyetle dinler ve değerlendirirdi. 

Hele Abdurrahim Karakoç ile Abant’ta kendisini ziyarete gidip Yeni Düşünce için röportaj yaptığımız o günü hiç unutamam. Ne kadar keyifli ve ne kadar içtendi.

O röportajı Yeni Düşünce’de yayınladık. Bana ayrıca orada aktardığı sırlarından başka 60 ihtilalinin içyüzünü de bir vesile anlatmıştı. Onu bir başka gün paylaşırım.

Türkeş Türk tarihinin bir devresine damgasını vurdu. Günahı ve sevabıyla tarihe mal oldu. Bugünkü gençlik belki o yıllarda Türkiye’nin nasıl Afganistan benzeri bir peyk haline getirilmek istendiğini yahut ABD’nin aynı zamanda sol örgütleri de kullanarak bir darbeye doğru ülkeyi nasıl sürüklediğini bilip anlayamaz. 

Her dönemin kendi dili vardır.

Dili ve hülyaları…

4 Nisan’da Anadolu’nun her bir yanından koşup gelen delik ayakkabılarından giren kar suları ile ıslanmış buz gibi çoraplarına rağmen yüreği yanan insanlar, onu ebediyete kadar yaşatacaklar…

Ruhu şad olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi