Hiza meselesi
Bu komut aslında askerliğini her yapana yabancı gelmeyen bir komuttur. Bölük ya da takım, ya da manga bir arada iken bu komutu verir komutan, -o anda kimse; yüzbaşı veya üsteğmen yani bölük komutanı olabilir, takım ise teğmen yahut asteğmen, manga ise çavuş ya da onbaşı- askerler de kollarını birbirlerinin omuzlarına değecek biçimde uzatırlar…
Böylece sıranın tertipli ve düzenli olmasına özen gösterilir…
Ardından “dikkat!” yahut “hazrol!” komutu gelir. Eller aynı anda indirilir ve askeri birlik sıra saymaya hazırdır. “1, 2, 3, 4…. 99 sondur komtanıııımmm!”
Askerler birbirlerine çevrilen başlardan kendisinin hangi sırada olduğunu anlar… Önündeki adam 55 dediyse ve başına sana doğru hızla çevirdiyse sen de 56 diyerek yine ondan aldığın başı öbür yandaki arkadaşına çevireceksin…
Askerlik hali işte… Bu işler hem genç tutar, hem zinde, hem inkişaf…
Fakat askerliğini yapmamış bu halleri yaşamamış özellikle siyasi tutuklular cezaevlerinde böylesi sıralamalar altında ruhlarını cenderede hissederler. Gayet tabiidir…
Zorla komutlar, zorla sayımlar, zorla İstiklal marşı okumalar…
Acı verir insana…
Şimdi Kafes filmini çekiyoruz. Ben Kafes’te yaşarken yaşadıklarımız ne kadar acı, elem, kahır yüklüydü… Şimdi her biri tatlı bir hatıra olarak kalmış… Gençliğimizin tabii seyri gibi…
Bugün de siyaset ve medya dünyasında hatta akademyada benzer bir tablo var…
İktidarda kim olursa olsun acı, elem ve kahır vermesi gereken bir tablo bu…
Düşünün tornadan çıkmış gibi insanlar aynı şeyi düşünüyorlar. Böyle bir ülkede yaşanır mı? Hele hür fikirli sandığınız aydınların böylesi at gözlüğü takmaları ve gönüllü tek kol aralı hizaya gelmeleri neyle açıklanabilir?
Tek kol aralı hizaya gelmiş medya, iş dünyası, siyaset dünyası, bürokrasi, cemaat, ve daha ne varsa bence dünyanın en iğrenç, en sefil tablosunu meydana getiriyorlar…
Hele bu çağda…
O yüzden Türkiye’nin yaşadığı son on yıl sırf bu yüzden insanımızda büyük travmalara ve karakter zafiyetlerine sebebiyet verdi.
Tamam; Mamak cezaevi, askerlik, darbeler şu bu…
İyi de kardeşim senin de aynı yolda ısrarla aynı şeyleri tekrarlayıp durman mı gerekiyor?
Bu yüzden vakti zamanında biz eleştirirken cemaati hiç ama hiç eleştirmeyen, hatta toz kondurmayanların bugün üstelik de acımasız biçimde eleştirmeleri karşısında benim yine içim tıpkı Kafes günlerindeki gibi ‘cizzz’ ediyor, acı, elem ve kahırla doluyor.
Gerçekleri sürekli değiştiren kendine göre biçimleyen liberallerin de yalandan özgürlükçü tavırları aynı hissi uyandırıyor.
Bugün iktidar partisinden olsam da hükümetin eleştirilecek yanları olunca bunu yapmayanları da aynı acı, elem ve kahırla anıyorum.
Dün müdafaa ettikleri değerler istikametinde, bugün yapması gereken özeleştiriyi yapmayanların tarih önünde hele Allah indinde mes’ul olduklarını unutmalarının eski acılardan, elemlerden, kahırlardan daha yıpratıcı olduğunu görüyorum.
Ve insan karakterimiz üstünde yaptığı yıkımı da…
O yüzden D. Mehmet Doğan’ın zaman zaman iğneyi kendimize çuvaldızını başkasını batırma hamlelerini önemli buluyorum. Ama bakıyorum bazı arkadaşlar eskiden başkalarına yaptıkları eleştirilerin binde birini daha ağır muhataplarla karşılaşmalarına rağmen yapmıyorlar. Neden mesela vali, belediye reisi, encümen üyesi, parti yetkilisi filan eleştirilmez?. Ya da bir bakan, başbakan yahut cumhurbaşkanı?...
Yalova Valisi adı değmezin birinin öğretmenimize yaptığı ve ölümüne sebep olduğu muamele elbette eleştirilmeliydi. Ne güzel yazdı; Arif Nihat hocamız(Asya) Adana’da öğretmen iken devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in teftiş sırasında hocamızın paçalarındaki çamura söz edince ağzınızda paçamın ne işi var tepkisi böyle durumlarda hep hatırlanmalı ve edepsiz ama âli makam işgalcilerine karşı gösterilmelidir. Doğan’ın hatırlatması yerinde oldu. Sonra kitap okumayan belediye reislerine mahkûm olmadığımızın altını çizmesi her zaman önemli…
RUBAİ:
Gönlüm şahından vazgeçip şâhını tekrar buldu
Yandı içinden kül olup âhını tekrar buldu
Derdini dökmez sanıyordum dökmüş velhasıl
Kürdiliden fasledip çargâhını tekrar buldu
Ara sıra Şevket Eygi ağabeyimizin ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ vecizesinin müspet hilafına ‘gelinime kızıyorum kızım anlasın diye’ türünden başkalarını eleştirirken Müslümanlara akıl fikir telkin etmesi de pek yakışıklı duruyor lime lime yağ akan medyada…
Ahmet Türk kardeşimizin sonra köşesinde Adliyede yapılan ve korku ve içgüdü asrının sefaleti olarak aynı meslek mensupları arasında ayrımcı arama tarama uygulamasını eleştirmesi de tek kutuplu olmadığımızın göstergesi…
Çağlayan Adliyesinde yaşanan terör eylemi sonrası avukatların aranması ile teröre çözüm bulabileceğini sanmak bahtsızlığını ne güzel eleştirdi. Adliyenin önündeki gözü bağlı kılıçlı kadın simgesi adaletin tarafsızlığı ile cezanın caydırıcılığı felsefesine dayanıyor
“Keşke adalet şaşmaz bir terazinin, titremez bir iradenin ürünü olabilse… … Kadının gözünü bağlayan bez bazen açılabiliyor ve nüfuz-servet-güç-otorite sahipleriyle göz göze gelebiliyor! Böyle durumlarda ‘vicdan’ın sesi bastırılabiliyor! Sonrasında elindeki kılıcı kontrolsüzce sallayıp bizzat ‘adalet’in kendisini de doğrayabiliyor!”
Eğer içimizdeki makul sesleri, vicdanlı mülahazaları, özeleştiri mekanizmalarını, muhasebe fırsatlarını yaşatamazsak maazallah “tek kol aralı hizaya geeel!” komutlarının hepimizi birer asker –asker olsak iyi tutuklu- haline getirdiğini görürüz yakın zamanda…
O yüzden özgürlükçü sesleri, vicdanlı kalemleri, farklı bakış açısına sahip arkadaşları bilhassa ama bilhassa desteklemeli, teşvik etmeli hatta onlara, tek tip elbise giyenlerden daha farklı muamele etmeliyiz.
Sürü olmak sürüye kurt getirir…
Arif Nihat Asya
Halil Serkan Öz (solda)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.