Kılavuzu Geyik Olanın…
Lüzûmsuz muhabbetin adı geyik olunca, geyik de sıradan bir hayvan oldu. Oysa geyiğin, Türk kültüründe mühim bir yeri vardır. Tıpkı bozkurt gibi mitolojik bir hayvandır. Bazı Türk boylarının sembolüdür. Mitoloji ve efsanelerde sıkça rastlanır. Geyiğin kurt gibi âniden ortaya çıktığına ve insanlara doğru yolu gösterdiğine inanılır.
Geyik motifi, dilimizde, edebiyâtımızda, halımızda, kilimimizde, velhâsıl bütün sosyal hayâtımızda yer alır. Şiirimizde, sevgiliye benzetilir. Dîvân şiirinde, âhu ve gazal; halk şiirinde maraldır. Sevgili gibi hassâs, zarif ve ürkektir. İnsandan kaçar; peşinden sürüklediği insanı dermansız bırakır. Tenhâ yerlerde yaşar. Avlayan iflâh olmaz; avlanmış geyiğin gittiği ev târumâr olur.
Fransız ihtilâlininin tesiriyle 19. asırda, dîvân şiirine adı “hürriyet” olan başka bir sevgili daha girdi.
“Ne efsûnkâr imişsin ah ey dîdâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten” diyordu Nâmık Kemal, Hürriyet Kasîdesi’nde.
İşte, bu güzel yüzlü, yeni sevgiliye âşık olanlardan birisi de ittihatçı Resneli Niyâzi idi. Resneli gibilere göre zâlim avcı olan Sultan(2. Abdülhamid Han), 1876’da, hürriyeti esir etmişti . Sevgiliyi zâlim(!) avcıdan kurtarmak lâzımdı. Peki Nasıl?
Resneli Niyâzi, Makedonya’daydı. Dîdâr-ı hürriyeti kurtarmak için 3 Temmuz 1908’de dağa çıktı. Zâlim Avcı şehirde olduğu için dağları mekân tutmak lâzımdı. Hâlbûki eşkıyâ dağa çıkardı, subay değil. Zavallı oyunResneli, oyunu göremeyenlerdendi. Oyun, “hürriyeti kurtar” değil; “Sultanı indir” oyunuydu.
Neyse… Resneli Niyâzi, amacına ulaştı. Zâlim(!) avcı, hürriyeti serbest bıraktı.
Âşıklar sevgililerinin hasretiyle yanıp tutuşurlarken çevrede ondan izler görürlermiş. Bizim romantik eşkıyâ Niyâzi’ye de böyle oldu. Sevgiliyi dağlarda ararken bir geyikle karşılaştı. İki sevgiliye birden kavuştu. Bu geyiği, ilâhî bir işâret gibi gördü. Adını, “rehber-i hürriyet” koydu. Geyik önde o arkada mı desem yoksa o önde geyik arkada mı desem bilemiyorum birlikte dağdan indiler.
Resneli Niyâzi, zavallı geyiği gittiği her yere götürdü. Hâlbûki onun mekânı dağlardı ve onu dağdan indirmek, avlamak gibi birşeydi. Halk arasındaki inanışa göre, geyik avlayan iflâh olmazdı. Avlanıp götürüldüğü ev târumâr olurdu.
13 Nisan 1909’da patlayan “31 Mart İsyânı”nı bastırmak için İstanbul’a giden Resneli Niyâzi’nin yanında geyiği de vardı. Hayvancağız, İstanbul’da, pek itibâr gördü. Hürriyetin geyiğini kutsamamak cesâret meselesi oldu. Nasıl olmasın? Aleyhinde yazı yazan gazeteci Ahmet Samim Bey, hürriyetçiler tarafından öldürüldü. Çaput bağlayanlar olmuş mudur bilemem ama kutsal bir varlık gibi ziyâret edildi. Hattâ, görebilmek için para ödemek lâzımdı.
Beşir Ayvazoğlu’nun yazdığına göre, Letâfet Apartmanı’nda, ışıksız havasız bir yere kapatılan geyiği ziyâret eden Refik Hâlit Karay, onu şöyle tasvir ediyordu:
“Hürriyet Geyiği’nin yüreği öyle burkulmuş, kara ve iri çok güzel gözleri öylesine mahzun, malihulyâlı ki içim sızladı. Bu gözlerde Resne dağlarının ve eski günlerinin hasreti yanıyordu; belki nedâmet de vardı. İnsdaşlarını bırakıp insanlara katıldığına, hürriyet dâiyesine karıştırıldığına, fırsat elde iken kendilerinden ayrılıp dağ yolunu tutmadığına, yanındakilere güvendiğine pişmandı.”
Zavallı geyiğin sonu belli değil. Bir rivâyet, kesilip Beyoğlu sofralarında iştâhla yendi. Tıpkı, zâlim(!) avcının elinden kurtarılan memleket ve hürriyet gibi.
Resneli Niyâzi, 29 Nisan 1913 yılında, hürriyetçi arkadaşları tarafından öldürüldü.
Geyiği avlayanlar iflâh olmadığı gibi götürdükleri yerler de târumâr oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.