Laiklik ekseninde denetimli dindarlık...
Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ, Afyon’da verdiği konferansta ilginç şeyler söylemiş. Dediklerini sondan başlayarak ele alalım.
Önce din ile toplumsal hayatın ayrılmazlığını savunan bir cümle kurup diyor ki: “Bazı radikal düşüncede olanlar dini toplum hayatından kopartmaya çalıştı.” Sanırsınız, dinin toplum hayatından ayrılmazlığını savunup, “ayırma”yı hata sayıyor. Bizzat Kemalist rejim ve uygulayıcıları olan “Kemalist baronlar” böyle yapmamış gibi, kabahati “bazı radikal düşüncede olanlar”a yıkıyor. Sahi, “toplumu dinden ve dini hayattan koparmak” Kemalist devrimlerin birincil amacı ve en önemli işlevi değil miydi?
Bir önceki cümlesinde diyor ki: “Bazı dönemlerde hatalar yapıldı.” Burada işin çehresi belirmeye başladı. “Dini toplumsal hayattan ayırma”yı hata sayıyor, ama çaktırmadan ülkemizdeki uygulamaların her zaman bu anlama gelmediğini vurguluyor. Tümüyle değil de, “bazı dönemlerde” hata yapılmış. Hangi dönemler? Belli değil. Hatalı uygulama yapılmayan dönemler hangileri? O da belli değil. Yani “duygusallıklar üzerinden prim yapma”ya yönelik bir cümle işte.
Bundan önce şöyle diyor: “Din toplum için önemli ve hayatidir. Hele Türkiye gibi halkının yüzde 99’u müslüman olan bir ülkede dini bir tarafa atamazsınız.” Belki başlangıçta Türkiye’de halkın yüzde 99’u müslümandı, ama Laik Kemalist rejimin zorla dönüştürmesiyle bu oranın çok aşağılara çekildiği de bir gerçek. Madem ki din toplum için önemli ve hayati, daha düne kadar başta generaller olmak üzere yaptıklarınızdan özür dileyecek misiniz?
Hadi bu sözlerin bir öncesine gelelim. Diyor ki: “Din bir toplum için vazgeçilmezdir; dinsiz toplum olmaz.” Peki, “dinsiz bir toplum” üretmeye çalışan Laik-Kemalist rejim ve bunu savunmayı birincil görev edinen ordu bürokrasisi, bu tutumundan tevbe edecek mi?
Neyse, emekli general Başbuğ, buraya kadar, dinin öneminden söz ediyor görünse de aslında dediği, bir türlü söküp atılamayan din duyguları karşısında geri adım atmaktan ibaret. Ancak bunu yaparken de asker mantığıyla hareket ediyor ve çekilirken bile yeni mevziler kazanma düşüncesiyle, kontrolü elden bırakmayıp, “kontrol edilmiş, biçimlendirilmiş ve yeniden tanımlanmış bir din” üretmek istiyor. Nitekim yukarıdaki cümlelerin bir öncesinde şunu söylüyor:
“Diyorlar ki; ‘ordunun başında olan generaller, subaylar dinsiz.’ Böyle bir propaganda yapılıyor.” Peki, acaba niçin böyle söyleniyor? Orayı da bir açıklasa ya... Bu ülkede, daha düne kadar, orduda dindar subay barınabiliyor muydu? Generallerin dine ve dindara karşı tutumunu, mesela başörtülü diye oğlunun yemin törenine bile alınmayan yaşlı Anadolu kadınına yapılanları, eşi başörtülü diye, namaz kılıyor, içki içmiyor diye ordudan atılan subayları, 28 Şubat sürecindeki “sürek avı”nı vb. unutmuş değiliz.
Başbuğ, bunları söylerken “Laiklik” vurgusundan vazgeçmiş değil. Nitekim bir önceki cümlesinde şöyle diyor: “Laiklik köyde, kentte öyle bir şey resmediliyor ki ‘Laiklik’ denilince ‘dinsizlik’ anlaşılıyor.” Cumhuriyet dönemi boyunca gördüğümüz Laiklik uygulamalarından başka neyi anlayabiliriz ki? Hele sözkonusu din, devlet ve toplum hayatını biçimlendiren İslam olunca, İslam’ı hayattan söküp atan “Laiklik”i “dinsizlik”ten başka hangi terimle ifade edebiliriz? Laiklik dinsizlik değilse, dindarlık mı peki?
Başbuğ, bu cümlesinden önce şöyle diyor: “Aslında çok açık ama halka doğru anlatılamadığı için maalesef Cumhuriyet’in ilk kurulduğu andan itibaren istismar ediliyor. İlk kurulan muhalefet partisi Terakkiperver’den beri siyasette, din ve dini duyguların istismar edilmesi başlıyor.” Gördünüz mü? Bütün devlet imkânlarını dibine kadar kullandıkları halde, yapılan her uygulamayı Laiklik adına yaptıkları ve aslında “Laiklik”in ne mal olduğunu çok iyi bildiğimiz halde, “Laiklik”in dinsizlik olmadığı halka doğru biçimde anlatılamamış da, millet bunu yanlış anlamış! Niye? Çünkü onların hiçbir kabahati yokmuş, meğer Laiklik de, halkın din duyguları da istismar edilmiş.
Aslında burada, “Laiklik”in ne olduğunu ve nasıl bir din tanımladığını da göstermiş oluyor. Baksanıza, sorunun “siyasette din ve din duygularının istismar edilmesi” ile başladığını söylüyor. Yani Laiklik gereği din ve din duygularının siyaseti belirleyemeyeceğini söylüyor. Buna karşı çıkmayı da “istismar” kelimesiyle ifade edip, aslında bizzat kendisi istismar etmiş oluyor. Tıpkı “Laik-Kemalist Devlet”in kurulduğu günden beri yapılanlar gibi.
Gelelim ilk cümlesine... “Laiklik konusunu halkımıza, köylümüze doğru anlatamamışız” diyor. Aslında doğru anlattınız, hiç üzülmeyin. Doğru anlattınız da, kandıramadınız. Laiklik adına yapılanlar, “Laiklik”in ne mal olduğunu halka tam olarak anlattı. Bunun içindir ki, her ne kadar zora dayalı başarılar elde ettiyseniz de, halkı İslam’dan koparamadınız.
Şimdi, “bizim cenah”tan olup da İlker Başbuğ’un bu sözlerini alkışlayanlara aynı zatın bir başka cümlesini sunayım: “Dini cemaatlere mi bırakacaksınız? Din eğitimini herkese bırakırsanız paramparça olursunuz!”
Yaa, işte böyle... Afyon’da öyle diyen Başbuğ, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen “20. Yüzyılın Lideri Mustafa Kemal” başlıklı konferansta böyle diyor. Yani niyet değişmemiş, şöyle ta’dil edilmiş:
Din halk için gereklidir, ancak Laik-Kemalist çerçevede yeniden dizayn edilerek ve Laik-Dindar tiplemesi üretmek için kullanılmak suretiyle!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.