“İstanbul 8,2 Şiddetindeki Depremle Yıkıldı”
MARMARA DENİZİ YERİN ALTINDAN GELEN HOMURTUYLA KABARDI.
BEKLENEN SONUNDA GELDİ...
Korkunç bir rüya gerçekleşiyor ve İstanbul 8,2 şiddetindeki depremle yerle bir oluyor…
İstanbul’da 23 Eylül günü hiçbir kamu hizmeti verilemez oldu. Ne şehir hatları vapuru çalıştı, ne telefonlar, ne bankalar, ne devlet daireleri…
Kıyamet günü gibiydi. Hiç kimsenin bir başkasına hiçbir faydası dokunamazdı. Zaten canlı kalabilmek mucizeydi.
Gazeteler de çıkmadı, televizyonlar da çalışmadı.
Sağdan soldan tek tük eski teksir makinelerinden ve kurtarılabilmiş matbaalardan amatörce yayınlar dağıtılabildiği kadar dağıtılıyordu ama kimsenin de kimse umurunda değildi. Herkes kendi başının çaresine bakıyordu. Tabii ki sağ kalabilenler…
Uluslar arası yayın kuruluşları haberi şöyle geçti ilk:
8,2 ŞİDDETİYLE SARSILDI MARMARA BÖLGESİ..”
“İstanbul tamamen yıkıldı. Türkiye’ye yardım için uluslar arası camia hazırlanıyor…”
DEPREM ÜSSÜ Marmara Denizi’nin kuzey batı sahilleriydi. İstanbul’un ve Tekirdağ’ın güneyinde denizin içinde büyük bir homurtuyla haber verdi geldiğini…
Bağcılar’ın neredeyse tamamına yakını yıkılmıştı.
İstanbul yerle bir oldu.
Kaç insan öldü acaba?
Devlet çöktü.
Çalışamaz oldu.
Haberleşme kesildi.
Kimsenin kimseden haberi yok.
İstanbul’da akrabaları olanlar haber alamıyorlar.
Ölü sayısının yüz binleri bulduğu söyleniyor.
Zararın ise milyarlarca dolar olduğu…
23 Eylül Sabahı: Yer Altından Gelen Müthiş Bir Homurtuyla....
Mezarlar yarıldı, kaçıştı cinler. Ölü kefenini yırtıyor şimdi. Dev dalgalar surları aştı. Evler birer kağıt gibi büzüldü. Surlar, gökdelenler, apartmanlar kartondan ve kibritten oyuncak yapılar gibi buruş buruş oldu. Yollar birdenbire kesildi. Arabalar aniden yarılan asfalttan yer altından hüpletilen bir nefesle içeri çekildi.
***
Deprem Araştırma Merkezi sekiz saat sonra depremin 8.2 şiddetinde olduğunu duyurdu. Üç dakikada her şey yerle bir olmuş, yüz bini aşan insan hayâtını kaybetmiş, seksen bin civarında binâ tamâmen çökmüştü. On beş gün kadar sonra yapılan çalışmalar yüz elli bine yakın sayıda binânın tam hasarlı, bir o kadar binâ yarım hasarlı olduğunu rapor etmişti. Bir milyondan fazla insan çeşitli yerlerinden yaralanmış ve sokakta kalmıştı. Bir o kadar insan ertesi gün şehri terk etmiş, köyüne dönmüş ya da başka şehirlerdeki akrabalarının yanına göç etmişti. Her yerde feryât figân vardı. Şehirde kendinden emin yürüyen tek insan topluluğunu, dünyânın çeşitli ülkelerinden gelen yardım heyetleri oluşturuyordu. Meydana gelen zararın faturası 150 milyar doları aşıyordu.
Târih boyunca sayısız depremlere şâhit olmuş İstanbul, bu son depremle sanki ömrünü tamamlıyor gibiydi. 1509’daki Kıyâmet-i Sugrâ’dan(Küçük Kıyamet) bu yana en büyük depremdi bu. Beş yüz yıl sonra İstanbul bir 23 Eylül sabahı yer altından gelen müthiş bir horultuyla güne başladı. İnsanların bir kısmını yolda yakaladı deprem, bir kısmını işyerine yeni vardığında, bir kısmını ise henüz evinden çıkamamışken...
17 Ağustos depreminden sonra oluşturulan deprem çalışma grupları her türlü uyarıyı yapmış olmasına rağmen, ne yazık ki insanlar deprem korkusuyla yaşamayı kanıksamış ve fakat beklenen işte sonunda gelmişti. Bu kadar acı vereceği hiç tahmîn edilmemişti. Çeşitli rakamlar kâğıtlarda yer alıyordu, şu kadar binâ yıkılabilir, şu kadar insan hayâtını kaybedebilir, şu kadar maddî zarar ortaya çıkabilir diye... Ama hepsi nihâyet birer rakamdı ve acı, o rakamlardan daha büyüktü işte...
Yıkılmaz zannedilen câmiler de işte yıkılmıştı. Târihte de birçok câmi depremle yıkılmış ve aynı adla yerinde yenisi inşâ olunmuştu. Fatih Camii 3 Eylül 1754 günü ve ardından gelen ve iki ay süren artçıları sonunda yıkılmış ve Sultan Üçüncü Mustafa zamanında yenisi yapılmıştı. 7.2 şiddetindeki deprem Fâtih Câmii’nin duvarlarını çatlatmış, minârelerinden birinde kayma meydana getirmiş ama yıkmamıştı. Fakat Yeni Camii’nin zâten denize doğru akan kısmı iyice açılmış ve câmi ikiye bölünmüştü. Haliç taşmış ve câminin bütün halılarını yüzdürmüştü. Son yüzyıl içinde inşâ edilen câmilerin yüzde ellisinden fazlası bu şiddete dayanamamış ve yıkılmıştı. Yine ne varsa eski câmilerde vardı, onlar biraz daha dirençli çıkmışlardı.
İstanbul’un güneyinde bulunan semtlerin birçoğu ortadan kalkmıştı. Buralara yerleşenler, 17 Ağustos depreminden sonra hâlâ aynı binâlarda niçin yaşadıklarını ahlarla, oflarla, keşkilerle kendilerine soruyorlar, artık her şeyin çok geç olduğunu anladıklarında soru sormayı da bırakıp şaşkın şaşkın etraflarına bakıyorlardı. Sadece hayâtta kalanlar yaşadıklarına şükrediyor, bundan sonraki gününü geçirmek için insandan ziyâde her hangi bir canlı gibi bütün bütün soru sormayı, düşünmeyi unutmuş olarak, tabiî hayâtını idâme ettirme refleksinden başka bir melekeye sâhip olmadan ayakta kalma mücâdelesi veriyorlardı.
17 Ağustostan sonra yapılan tavsiyeler üzerine başka şehirlere göç edenler şüphesiz hâllerinden, hâlâ hayatta olmaktan memnûndurlar. “Ya orada kalsaydık” sorusunu akıllarına hiç mi getirmediler? Onlar da ister istemez depremin ruhlarda meydana getirdiği sarsıntıyı bütün İstanbullular gibi yaşıyorlardı.
Deprem Çalışma Grubu’nun 17 Ağustostan sonra İstanbul dışında yeni kurulacak şehirlere İstanbulluların bir kısmını taşıma projesi ne yazık ki bir türlü hayâta geçirilememiş ve sonunda olan olmuştu. Bu projeyi engelleyenler, suçluluk duyuyorlar mıydı? Avcılar’da, Her iki Çekmece’de, Gürpınar’da, Esentepe’de, Bağcılar’da ve daha İstanbul’un birçok semtinde yapılan binâların çoğunda deniz kumu kullanıldığından binalar içten içe çürümüş, içindeki demirlerle birlikte duvarlar birer cinâyet âleti hâline dönüşmüşlerdi. Denizden çıkarılan yıkanmamış, çamurlu kum, riskli zeminler, imar aflarıyla yıldan yıla yükseltilen binâlara bir de mühendislik ve yapı hatâları da eklenince sınır tanımaz para kazanma hırsı ve çarpık kentleşme, sonunda asırlar boyu kapanmayacak yaralar açmıştı.
Devamı yarın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.