Nisanın Baki Olan Şairleri – III
Görüldüğü üzere hayatı devam ettiren, hatırlattıran, unutulmazlardan eyleyen, eylemlere yönelik hallerle, güzel sanatlarda üretilmiş eserlerdir. Milletler, geçmişlerini anarlarken tarihi olayların ardındaki düşünce, fikir ve sanat hareketliliklerinin ne kadar da önemli olduğu gerçeğini asla göz ardı edemezler. Bu nedenledir ki milletleri yaşatanlar edebiyatçılardır. Sanat erbaplarıdır.
13 Nisan 1893 yılında Muallim Naci ölür. Aynı gün Orhan Veli 1914 ve 1942 yılında Ataol Behramoğlu dünyaya gelir. 15 Nisan 1980 Jean Paul Sartre ölür ve 16 Nisan 1916 yılında da Behçet Necatigil dünyaya gelir. 18 Nisan 1980 yılındaysa Suut Kemal Yetkin aramızdan ayrılırken 1988 yılının aynı gününde de Oktay Rıfat veda eder. Ertesi gün, İlhan Berk günlüğüne, “Oktay Rifat öldü. Dünya güzeli bir adamdı... Yazdıkları üstüne başına benzeyen o halis şairlerdendi. Cumhuriyet ilk klasiklerinden birini, dünya da büyük bir şairini yitirdi” diye yazar. 19 Nisan 1882’de Charles Darwin ve yine 1993 yılına gelindiğindeyse Sabahattin Kudret Aksal ölür. Muallim Naci 1850 yılında İstanbul’da doğar. Ahmet Mithat Efendi’nin önerisiyle “Tercüman-ı Hakikat” gazetesinde edebiyat sayfasını yönetmeye başlar. Bir süre sonra eski edebiyatın sözcülüğünü yapıyor denilmesinden dolayı istifa eder. Recaizade Mahmut Ekrem ekolüne karşı klasik edebiyatımızı savunur. Recaizade Mahmut Ekrem’in “Zemzeme” adlı şiir kitabına karşılık “Demdeme” adlı eleştiriyi kaleme aldı. Aruzu Türkçede ustalıkla uygular. Servetifünun’cuları etkilediği bilinir. Şiir yanında edebiyat tarihçiliği ve sözlük çalışmalarıyla dikkatleri çeker. Sonraki dönemlerde daha çok batı eksenli bir edebiyat anlayışına sahip çıkarak
örnek gösterilecek şiirler yazar. Eski edebiyatımızın öncülüğünü yaptığını dolayısıyla gelenekçi bir çizgide durmuştur. Sade bir üsluba sahiptir. Dili doğru, etkili ve iyi kullanır. Halk edebiyatımızın nazmından faydalanır. Her Türk şairinde olduğu gibi biraz gurbet, biraz yalnızlık, biraz milli hassasiyet, doğa ve karamsarlıkların bulunduğunu da söyleyebiliriz. Aruzdan asla vaz geçmemiştir. Çocukluk yıllarını anlatırken oldukça sade bir dil kullandığı dikkatleri çeker. Tanzimat nesri onun kaleminden okunur. Recaizade’nin “Kulak için kafiye” anlayışına “Göz için uyak” anlayışını benimser. Terkib-i Bend-i Muallim Naci Ateşpare (1883), Şerâre (1884), Fürûzan (1885), Sümbüle (1889) ölümünden sonra “Yadigarı Naci” yayınlanır. Lügatı Naci önemlidir. Araştırmaları, Mektupları ve bir de “Hamiyet (Musa Bin Ebil-Gazan” isminde oyun yazmıştır.
13 Nisan 1914 yılında Orhan Veli doğar. 14 Kasım 1950 yılında 36 yaşındayken ölür. Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte arkadaştır. Her üçü de şiirle uğraşmaktadır. Doğal olarak birlikteki yolculuk “Garip”in de kurucularını da belirlemiş olmaktadır. Asıl itibariyle “Garip”in kurucusu, bildiriyi hazırlayan Orhan Veli’dir.
Çocukluğu İstanbul’un Cihangir ve Beykoz semtlerinde geçiyor. Galatasaray Lisesi’nde yatılı, babasının Cumhurbaşkanlığı bandosundaki şefliği sürerken Ankara Erkek Lisesi’ndedir. Henüz 16 yaşında Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le tanışıyor. Bu üçlü “Sesimiz” dergisini lisede hazırlıyor ve yazı hayatları, şiirle temasları böylece başlamış oluyor. 1933 yılı sonrası İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde başlasa da 1935 yılında okulu üçüncü sınıfta bırakarak 1936 da yeniden Ankara’ya dönüyor ve askere gidene kadar PTT Genel Müdürlüğü’nde memurluk yapıyor. İlk şiiri 1936 Varlık Dergisi’nin Aralık ayında Mehmet Ali Sel imzasıyla yayınlanıyor.
1941 yılına gelindiğinde lise arkadaşları olan Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le “Garip” adlı şiir kitabını çıkararak “Garip Şiir Akımı”nın öncüleri olmuş oluyorlar.
Orhan Veli’nin düzyazıdan şiire dönmesinde, kendisinden iki sınıf önde olan Hıfzı Oğuz Bekata’nın Etkili olduğunu kardeşi Adnan Veli’den öğreniyoruz. Hatta ilk şiirinin “Varlık” ta yayınlanmasında bile Nahit Sırrı Örik’in teşviki önemsenmelidir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Cumhuriyet dönemi edebiyatı başlamıştır. Her dönem kendini bulunduğu şartlarla şekillendirmiştir. Tanzimat edebiyatındaki divan, aruz ve tekke edebiyatı yerini yeni bir anlayışa doğru bırakmaya zorlanmıştır. Garip şiir akımı, Türk şiirine bir rüzgâr gibi girmiş ve öylece çıkıp gitmiştir. İlk başlarda bu söylemler biraz etkili olsa da bir süre sonra etkisini giderek kaybetmiştir. Orhan Veli’nin sağlığında Birinci Yeni şiiri giderek terk edilmeye başlanmıştır. “Garip” şiirinin “Birinci Yeni”, en büyük kazancı Türk şiirine “İkinci Yeni”nin kapılarını açtığı söylenebilir.
Ataol Behramoğlu ise 13 Nisan 1942 de İstanbul’da doğar. Şairliğinin yanı sıra edebiyatımız ve kültürel değerlerimiz üzerine antoloji çalışmalarıyla ve çevirmenliği de bilinir. Ankara Dil Tarih Rus Dili ve Edebiyatı bölümünden mezundur. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) örgütlenmesinde bulundu. Şiirleri daha çok ikinci yeni içindedir ve Orhan Veli, Attila İlhan’ın şiirinden etkilendiği görülür. İlk şiir kitabı “Bir Ermeni General-1965 yılında Ankara’da Toplum yayınevince yayınlanır. “Halkın Dostları”nı İsmet Özel’le birlikte çıkarırlarsa
da 12 Mart muhtırasıyla kapanır. Bu yıllarda toplumcu şiir yazdığını ifade edelim. 1967 yılında İvanov Anton Çehov çevirisi de dikkatleri çeker. Daha sonra Londra’da yaşadığı yıllarda Louis Aragon, Pablo Neruda ile tanışır. Aragon’un yönetiminde yayınlanan “Les Lettres Francaises” de Abidin Dino’nun “Bir Gün Mutlaka”dan bir bölüm çevirir ve yayınlanır.
Sovyet Yazarlar Birliği’nin çağrısıyla iki yıl Moskova’da yaşadı. Puşkin’den çeviriler yaptı. “Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri” üçüncü şiir kitabı 1974 yılında yayınlandı. Af yasasıyla Türkiye’ye dönerek Muhsin Ertuğrul yönetiminde olan İstanbul Büyükşehir şehir Tiyatrolarında Dramaturg olarak çalışmaya başladı. Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreterliği ve ardından 1995 yılında Genel Başkan koltuğuna oturdu. Özdemir İnce’yle “Dünya şiiri Antolojisini” yayınladı. Puşkin nişanını Rusya Federasyonu’ndan aldı. Beykent Üniversitesi’nden Profesörlüğü aldı ve halen Cumhuriyet gazetesinde yazıyor.
Oktay Rıfat, Orhan Veli’nin ve Melih Cevdet’in yol arkadaşıdır. Dolayısıyla “Garip” akımını kurucularındandır. Şiirlerini masalsı bir hava içinde yazmıştır. Halk şiirinden, deyimlerden faydalanmış, yeni bir anlayışla söylemeyi denemiştir. “Perçemli Sokak” kitabıyla soyut şiire yönelmiştir. Heceye karşı çıktıklarından dolayı sanatı da yok saymışlar üç beş yıllık süren birinci yeniyle yeni yöntemler aramışlardır. 1955 yılından itibaren de ikinci yeninin içine dâhil olmuştur. İkinci yeninin savunduğu ilkeler Oktay Rıfat’a daha çok uygun geldi denilebilir. Şiire olan vukufiyetiyle kelimeleri seçti, özenle şiirini besleyerek hafızlarda kalacak şiirlere imzasını koydu. Türk şiirini etkileyen önemli kalemlerden birisi oldu. Toplumcu şiir diyebileceğimiz düşüncenin şiire yerleştiği 1966’da çıkan “Elleri Var Özgürlüğün” isimli şiir kitabı önemlidir. 1976 yılında Cemal Süreya şöyle yazar; “Oktay Rifat”ın şiirsel konjonktürü büyük inip çıkmalar gösteriyor. Her değişiş, bir öncekinin
bazı yönlerden tam tersiymiş izlenimini uyandırıyor okurda. Yalnız bunların kimlik değiştirmeyle bir ilgisi yok. İlhan Berk gibi her değişişte bir önceki dönemi yadsımıyor, inkâr etmiyor. Ve tuhaf bir şekilde -böyle diyebiliyorum-, başta yadırgansa da, birbirinin tersi olarak belirmiş dönemler ve bu dönemlerin ürünleri birbirine bağlanıyor; eklem yerleri o ters çıkış noktaları olmak üzere”. Romanları ve oyun yazarlığı da önemlidir. “Fatih’in Resmi” şiiri umuyorum hoşunuza gidecektir. İlk iki dörtlüğü şöyle; Ayasofya kubbesinde ak bir bulut, Baktım, gitti gider. Balrengi tesbihim Kehribar günler, düştü yaprak ve umut, Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm. Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi Atların boynu, yerinde yeller eser! Surların taşlarına sürdüm elimi, Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.
Sabahattin Kudret Aksal, 25 Nisan 1920 de doğdu 19 Nisan 1993 te aramızdan ayrıldı. Türk edebiyatının önemli kalemlerinden birisi olan Aksal özellikle aldığı ödüllerle dikkatleri çeker. Şairliğinin yanı sıra senaristliği de bilinmektedir. İlk şiirini 1938 yılında Varlık dergisinde, ilk öyküsünü ise 1940 yılında Küllük dergisinde yayınladı. Her alanda ödüller almış bir edebiyatçımızdır. ”Evin Üstündeki Bulut” oyunu 1948 yılında sahneye konuldu. Cahit Sıtkı Tarancı’dan etkilenerek hece şiirleri yazdı. Daha sonra “Garip” akımına kaydığı da görüldüyse de uyaklı şiir ve ikinci yeni daha çok barındığı alan oldu. Şiirlerinde felsefi temellerle şehre dair yaşantıların yer aldığını, öykülerindeyse daha çok kişilerde psikolojik temellendirmeler üzerinde kurgularda bulunduğu söylenebilir. Karaca Ahmet’te metfundur. Cemil Meriç’te Karaca Ahmet’tedir. “Bir maviyi Bulmak” şiirinden iki mısrayla sözü tamamlayalım;
“Yeryüzünde gelmiş geçmiş bütün maviler içinden
Bir maviyi seçtim, kentim oldu o beni.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.