Sloganlar Değil, Gerçekler Konuşsun
Türk insanında yerleşmiş bazı kanaat ve algılar vardır. Bunların başında da “yabancıların topraklarımızda gözü var” kaygısı öncelikli gelir.
Bazı çevrelerde bu bakış açısı küçümsenir, horlanır ve ötekileştirilir.
Kendilerini aydın olarak tanımlayıp Türk tarihini görmezden gelenler bunu daha sık yaparlar.
Hatta bu gibi düşüncelerin önemini düşürmek için, “Anadolu insanın gerici bakış açısı” olarak lanse etmeye çalışırlar.
***
Ancak bu kendiliğinden oluşan, içi boş, arka planı olmayan bir düşünce değildir.
Aniden gelişmemiştir.
Tarihi gerçekler doğru analiz edildiğinde, tarih okumaları objektif bir şekilde yapıldığında Batılı devletler olarak lanse edebileceğimiz Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye karşı takındıkları tavrın samimi ve iyi niyetli olmadığı açıktır.
Çatışmanın temelinde Batı’nın “Müslüman Türk” karşıtlığı yatmaktadır. Düşüncede kanıksanmış, benimsenmiş ‘yobaz’ olarak nitelendirilebilecek görüşler değişmemekte, zaman zaman da hortlamaktadır.
İtalya’daki “annecim Türkler geliyor” gibi atasözlerinin temelinde bu düşünceler yatmaktadır.
Özlem Kumrular’ın “Türk Korkusu” isimli eseri bu konuya kaynaklarıyla örnek teşkil edebilecek ender eserlerdendir.
Aynı zamanda akademisyen olan Kumrular eserinde, İtalyan ve İspanyol kaynaklara inerek Batı’daki ‘Türk’ algısını incelemiş. Son derece de çarpıcı sonuçlara ulaşmış.
Kumrular, Türklerin nasıl “barbar” olarak görüldüğünü, “Müslüman” denildiğinde “Türkler”in akla geldiğini tarihi belgelerle ortaya koyuyor.
Doğu’yu küçümseyip, Batı’ya olumlu değerler atfeden düşünceler şüphesiz “oryantalizm” ile açıklanabilecek konulardır. Oryantalist bakış açısı; Türklere, Türkiye’ye karşı olan tutumunu olanca güncelliğiyle korumaktadır.
İlber Ortaylı’nın son çıkan eseri “Türklerin Tarihi”nde de benzer tespitler yer alıyor. Ortaylı, Türkiye’deki Batı karşıtlığının haklılığını tarihi gerçekler ışığında irdeliyor ve bu düşüncenin aniden ortaya çıkmadığını vurguluyor.
***
Ermeni tehciri dolayısıyla ortaya konulan ve Türkiye’yi hedef alan karar ve açıklamalar doğru okunmalıdır. Ne olmuştur da bir asır sonra bu olaylar “soykırım” olarak kabul edilmeye başlanmıştır hem de aradaki onlarca ticari, siyasi ve kültürel etkileşime rağmen.
İşte burada tarih okumalarının doğru yapılmasının zorunluluğu doğmaktadır.
Türkiye gibi sürekli olarak tarihiyle ötekileştirilmek istenen bir ülkede tarih biliminin doğru bir şekilde ilerletilmesi önceliklerimizin başında gelmelidir.
Doğu Türkistan’a gözlerini kapa, Filistin’e yağan bombaları görme, yıllarca ASALA’yı besle sonra onları PKK ile birleştir. Sonra bunları Türkiye’nin üzerine sal ve bunun adına “medeniyet” de… Nihayetinde de haklı savunma gücün, azmin, mücadelen, “insanlık dışı” kabul edilsin.
Hiçbir modern tarih yöntemi bu tavrı, düşünceleri kabul edemez. Eğer edilirse orada bilim değil, siyaset vardır, belirli amaç ve planlar vardır.
***
İttihat ve Terakki’nin önde gelen ismi Talat Paşa’nın bir asır önceki tespitleri aynen geçerliliğini korumaktadır:
“Şark Meselesi gösterildiği gibi insani ve Hıristiyani değil, sırf garaz ve menfaat meselesidir. Devlet-i Aliye umur-ı dahiliyesinde (iç işleri) vuku bulan müdahaleler ise zaafı neticesidir. Devlet-i Aliyenin İslamlar da dahil olduğu halde, bütün ahalisine karşı hüsn-ü idareye muktedir bir idare-i muntazama teşkiline muvaffak olduğunu iddia etmek büyük bir cesaret olur. Yalnız bu ehliyetsizliği sırf Türklere isnat etmek doğru değildir. Rusların Yahudilere, Müslümanlara ve hatta Çarlık istibdadına (baskı, zulüm) karşı muhalefet etmek tasavvurunda bulunan Hıristiyan ahalisine karşı yaptığı mezalim vicdan-ı beşeri sızlattığı halde insaniyetperver Avrupa siyaseti bundan bahse bile cesaret edememişti.”
Talat Paşa, 1921 yılında Berlin’de Ermeni komiteciler tarafından öldürülmüş, suikasti gerçekleştiren kişi Alman makamlarca tutuklandıktan 1,5 gün sonra serbest bırakılmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.