Tilkinin Kuyruğu
Tilkinin biri rızkını aramak için gezinirken aylak aylak, bir kapana sıkışıvermiş.
Bir bakmış ki kapana sıkışan kuyruğu kopmak üzere… Zaten kurtarsa da yerlerde sürünecek bir kuyruk ne işe yarar?
Kuyruğundan kurtulmuş, kapandan can havliyle çıkayım derken.
Kuyruğu kapanda kalmış.
Artık tilki, kuyruksuzmuş.
“Bu utanç içinde yaşayamam” demiş kendi kendine. “Böyle kuyruksuz, alâmet-i farikam olmadan el içine nasıl çıkarım” diye söylenip durmuş.
Böyle elemle gezinirken aklına bir fikir gelmiş.
“Madem ben kuyruksuz kaldım, benim cinsimden herkes de aynı olsun. Kuyruksuz kalsın. Öteki tilkiler de kuyruklarını keserlerse benden bir farkları kalmaz, o zaman ben de el içine çıkarım” demiş.
Toplamış bütün tilkileri, onlara öğüt vermiş. Çok güzel bir nutuk irad eylemiş:
“Bu koca kuyruğu ardınızda ne için taşırsınız ki?… Ne anlamsız, ne gereksiz bir parça… Hem kocaman hem de çirkin. Hiç size yakışıyor mu? Kurtulun bu kuyruklarınızdan aziz milletim” diye bir söylemde bulunmuş.
“Size hiçbir hayrı olmayan bu fazlalıktan kurtulun…” demiş.
Tam da bütün tilkiler inanmak üzere imiş ki…
Dinleyenlerden biri söz almış:
“Hadi sen de.. Bir çıkarın olmasa bize böyle bir öğüt vermezdin” demiş.
Bazı siyasiler bazı akademisyenler, bazı gazeteciler ve bazı hocalar bize ne yapmamız gerektiğini öğütlüyorlar. Zaman zaman Aisopos’un masalındaki tilkiyi andırıyorlar.
Bir çıkarları olmasa bizde olanı istemezler…
Bazı hasletlerimizden, duyarlılıklarımızdan, milliyet değerlerimizden tilkinin kuyruğundan güya kurtulması gibi vaz geçmemizi isterler mi durduk yere?..
Durduk yere biz de onlardan vaz geçecek değiliz.
Kuyruğunu kapana kaptırmış kuyruksuz tilkilerin öğütlerine ihtiyacımız yok.
Arif Nihat Asya
Mehmet Doğan dostumuz, gazetemizdeki köşesinden soruyor: “Arif Nihat Asya yaşasaydı Cumhurbaşkanının davetine muhatap olur muydu?”
Sorunun iki yönü var. Gidişli gelişli yani…
Muhatap olur muydu?
Yani Sayın Cumhurbaşkanının saray müdavimlerine gönderme yapıyor. Müteşairler, şarkı sözü yazarları, intihal fiilini işlediği halde övgüye mazhar olanlar dururken saraya davet edilir miydi Arif Hoca?
Yani sarayın aklına gelir miydi?
Bunu niye soruyor Doğan? Şu sebepten: bugün davet edilenlerde bir problem var. Gerçek sanatkârlar, gerçek fikir ve ilim adamları değil de bir takım benzeşenler davet ediliyor kanaati paylaşılıyor demek ki…
İkinci yanı sorunun; acaba Arif Hoca muhatap olur muydu?
Yani saraya gider miydi?
Ben hocayı yakından tanıyorum. Kendisi için yapılan bir toplantıda bile en arka sıradaydı.
Çağrılanda en arka sıralarda zuhur etti.
Kendi programına bile salonun en arka sırasında yer bulabilmiş kimseyi rahatsız etmemiş bir kibar, ince ruhlu Mevlevi idi hoca…
Ama geçenlerde kalp krizinden ölen öğretmen nedense onun dik duruşunu hatırlattı bana da, Doğan’a da…
Hasan Ali Yücel –ki az adam değildir hani, bütün klasikleri (doğu - batı) Türkçemize kazandırmıştır, aslında iyi adamdır- bakan olarak teftiş ederken hocanın okuluna yolu düşer. Hoca tabii bisikletle gider gelir okula. Adana Lisesi… Benim rahmetli kayınpederim de o okulda hocanın öğrencisi imiş.
Bisikletle gidip geldiği için de paçaları hem çamur, hem de bisiklet zincirine değdiği için yağlı…
Bakan paçadaki lekeyi mevzubahis edince, hoca hemen cevabı yapıştırır,
Efendi, alçak gönüllü, mütevazı kişiliği tamam ama onurlu bir adamdır. Haysiyetini makamlar karşısında küçültemez.
“Senin ağzın benim paçamda ne geziyor” diye tersler bakanı…
Biri edebiyat öğretmeni, diğeri bakan…
İşte Arif Nihat böyle bir adamdı.
Saraylara layık…
ŞÜKÜR
Şükür havaya suya
Şükür toprağa taşa
Ömr akar kural bu ya
Şükür ağrımaz başa
Şükür seveni olana
Şükür seveni verene
Muhabbete el dolana
Yağusuz yurtlara şükür
Şükür saba rüzgarına
Şükür aşkın gülzârına
Helal lokmalar kârına
Ağız tadımıza şükür
Şükür ki ölüm yakamda
Şükür ki riya arkamda
Gözüm yok hiçbir makamda
Esenlik verene şükür
Şükür tegallip korkuyor
Şükür okuyan okuyor
Devran ağını dokuyor
Gelecek sürprize şükür
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.