Üniversite Öğrenci Profili Değişirken
Bırakın bizim zamanlarımızı (1976-1980), 1990’ların üniversite öğrenci tipini mumla arıyoruz.
Elbette, “talep eden insan” demek olan “talebe” kelimesi yerine “öğrenci” kelimesini uydurduğumuz adan itibaren meydana çıkan zihniyet, “talep etmeyen” nesiller yetişmesine yol açmıştır. İki kelimeyi de anlambilimsel (semantik) açıdan değerlendiren Cemil Meriç, o trajik çöküşü, gene trajik bir dille anlatır.
Hadi “talep etmiyor” diyelim; bugünün üniversite genci, öğrenmek de istemiyor ve içinde bulunduğu vahim durumun da farkında değil ne yazık ki.
Üniversite gençliği, bilimsel birikimden uzak olduğu gibi, içinde bulunduğu olumsuz durum yüzünden, meramını anlatacak mental seviyeden de çok uzak. Öğrenciler, şu cümleyi kurmak istiyorlar ama bunu kuracak bir zihni yapıdan bile çok uzaklar: “Hocam, bana bilgi değil; diploma lazım. Verin diplomayı, gideyim.” Yaşadıkları bu ama bunu bile ifadeden aciz çoğu öğrenci.
Kimse, “Bizim üniversitede/bölümde böyle değil.” demesin. Böyle diyenler, ya uzayda ders yapıyorlar veya öğrencilerin bilgiyle donanma hususunu sadece sınav kağıtlarında görüyorlar demektir. Tabii bu da öğrencinin bilgiyle donanıp donanmadığını göstermez, sadece sorulan soruya cevap verip vermediğini gösterir ve bu da çok sağlıklı bir gösterge değildir. (Öğrenci beyni, sınavdan 15-20 dakika sonra, verdiği cevapları da unutur. Çünkü o, bilgiyi, donanmak için değil, sınavda sorulduğunda söylemek için öğrenir.) Bu tür hocalar, “fildişi kulelerine çekilmiş” diyeceğim; fildişi kuleye zulüm olacak; çünkü bu tür hocalar değil fildişi kule gecekondu olma şahsiyeti bile göstermeyen derme-çatma zihniyet dünyalarında debelenip duran insanlardır. Bunlardan hiçbir şey olmaz.
Önceki sene öğrendiği bilgiyi, sonraki sene de kullanması gerektiğinde “Ama hocam o geçen senenin bilgisi idi.” Diyen öğrenciler var arkadaşlar. Öğrenme ve bilme olgusunun birikimsel (kümülatif) bir süreç olduğundan habersiz olan bu kitle, her yarıyıl başında kendini otomatik olarak resetleyen bilgisayar gibi.
Öğrenciler, artık öğrenmeyi, hocayla bir alış veriş gibi görüyorlar. “Hocam bu makaleyi, sınavda soracaksanız okuyalım.” deme modunda çoğu. Yani ne kadar not, o kadar öğrenme.
Kendi alanımdaki (edebiyat) bir trajediden söz etmek istiyorum.
Bugün Türk Dili ve Edebiyatı, Türkçe, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümlerinde okuyan 30 bin civarında öğrenci olması lazım. En kaba bir hesapla, bu öğrencilerin üçte birinin edebiyat-sanat dergisi okuduğunu farz edelim. Bu durumda edebiyat-sanat dergilerinden bazılarının en az 10 bin tiraj yapması lazım. Fakat en kabadayı edebiyat dergilerinin bin civarında sattığı da biliniyor. Yani hiç edebiyat dergisi okumayan edebiyatçılar yetişiyor (Gerçi hoş; hocaları da okumuyorlar ya!...)
“Bizim alanlarda hiç de böyle değil.” demeye kalkmayın; aşağı yukarı her bölümde durum aynı. Öğrencilerin genelinde “Diplomayı verin de gidek.” havası var.
Bazı öğrenciler daha da tuhaf…. Bunlar, kampüse, fakülte koridorlarına veya kantinine geldiklerinde, güneşin vücuda C vitamini vermesi gibi, hiçbir gayret sarf etmeden bilgi ışınlanacağını ve bilgilerin beyinlerine böyle gireceğini zannediyorlar ve zahmet edip geldikleri fakültede ne dersliklere giriyorlar ve ne de kütüphaneyi kullanıyorlar!...
Ey millet!... Diplomalı insan sayısını arttırıyoruz ama bu diplomaların niteliğini artıramıyoruz; farkında mısınız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.