Kertenkele Harvey
Hafta sonu, Hürriyet’in bir haberi dikkatimi çekti. Harvey Keitel, ezandan o kadar etkilenmiş ki Sultanahmet’e dinlemeye gitmiş. Hattâ, câmiye girip namaz kılmış.
Keitel, bizim Kertenkele’den de hızlı çıktı. Kertenkele, imam rolü yapmak zorunda kalınca, dindar iki genci karşısına dikip onları imtihan ediyormuş gibi yaparak namaz hakkında bilgi aldı. Sonra da imamlık yaptı. Ayaküstü, tek derste imamlığı öğrendi.
Klâsik bir Holywood oyunu ile yine karşı karşıyayız. Daha doğrusu, Holywood’la bizim Holywood-perest basınının ortak oyunu.
Daha evvel yazmıştım. Herhangi bir Holywood artisti veya yönetmeni bizi övüyorsa, bize yakınlık kuruyorsa “Eyvah, yine ne çeviriyorlar acaba?” diye paniklerim. Muhakkak bir oyun vardır. Oyun yoksa maddî çıkar vardır; gösterime girecek bir film vardır. Bu adamlara karşı o kadar aşağılık duygumuz var ki bize yakın iki çift laf etseler hemen ünsiyet kuruyoruz.
Russel Crowe, Son Umut’u çekmeden önce Türkiye’ye gelip Selimiye Câmii’ne girdi. Girerken ayakkabılarını eline aldı diye bizim medya üzerine atlayıp ”Türkiye, Holywood’un gözbebeği oldu” diye haber yaptı. Yok bir de ayakkabılarıyla girecekti. Crowe aynı rolü, Son Umut filminde de sürdürdü. Bizi ne kadar sevdiğini(!) gösterdi.
Mart ayında İstanbul’a gelen Huck Jackman, basın toplantısına “Merhaba” diyerek başladı. Arkasından, kendi lisanı ile Osmanlı torunu olduğunu, Türk olduğunu söyledi. Kale boş nasılsa attı da attı. Adam, birkaç gün önce, Zorlu Center’da sahne aldı. Bilet fiyatları el yakmasına rağmen, bizim oyuncular “Brooks buradaydı” desinler diye sıraya girdi. Gösteri sonunda Kenan İmirzalıoğlu, "Çok hoşuma gitti. Epey Türk gibi, hemşerimiz gibi olmuş.
Sıcak ve samimi bir gösteriydi" dedi. Yaşasın! Ne mutlu Türk’üm diyene… Adam “Merhaba” demeyi biliyor diye bizimkiler uçmuş.
Bir yerli film vardı. Bir hamal, entel şehirli bir kıza o biçim âşık. Bir gün kızın yoluna çıktı. Kız da “Merhaba” dedi. Adam, arkadaşlarına gidip ‘Bu iş tamam. Bana merhaba dedi’ demez mi.. Vallahi bu hamalın psikolojisindeyiz.
Yıllar evvel, Nicolage Cage, Kapadokya’da abuk subuk bir şeytan filmi çekerken Türkiye’den aldığı seccadesini yanından ayırmadığını söyledi. Altmış yıl geriye gidelim. James Bond romanlarının yazarı Ian Fleming bir İngiliz casusuydu ve 6-7 Eylül 1955 hâdisesinde, Beyoğlu'ndaydı. İnterpol toplantısı için geldiği otelden niye ayrıldığını ise "15 dakika katıldım. Sıkıldım. Seccade almak için dışarı çıktığımda olaylar meydana geldi" şeklinde açıklamıştı.
Bir seccade meraklısı daha. Hiç seccade merakı olan adamdan şüphe edilir mi?
Yakınlarda, Müslümanları terörist, kadın tüccarı olarak anlatan “Taken” filminin başrol oyuncusu Liam Neeson Müslüman olmayı düşündüğünü söyledi.
Şimdi de sıra Harvey Keitel’da. Anlaşılan, aslen Polonya Yahudisi olan Keitel, Taş tüccarı filmini çekmek için geldiğinde hidâyete erdi. Hani şu, Müslümanları terörist gösteren hâin filmi. Bu konu hakkında, Ali Murat Güven'in, "Sinema Târihindeki En İslâm Düşmanı Filme Destek Olmuşuz" başlıklı yazısını internette bulabilirsiniz.
Hürriyet’in böyle haberleri allayıp pullayıp vermesi normal. Ama, dini ve ananevî değerleri savunan medyanın, batı emperyalizminin sinema ayağı olan Hollywood'a karşı, biraz daha temkinli yaklaşması gerekmez mi? Her haberin üstüne atlanır mı?
Gandi’nin dâvâ arkadaşı Jawahar Lal Nehru’nun her şeyi özetleyen sözüyle bitirelim:
"Amerika'yla baş etmek için iki seçenekten birini tercih etmek gerekiyor. Ya Pentagon'un otoritesini kabul edip özgürlüğünüzü kaybedersiniz yahut da Hollywood'un otoritesini kabul edip kültürünüzü kaybedersiniz."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.