IŞİD ve PYD Arasına Sıkışmış Dış Politikamız
Dış politikada başarılı olabilmek için elbette bir ülkenin ekonomik, askerî ve beyin gücü ile toplumsal mobilitesi büyük etkendir.
Toplum ne kadar başarı beklerse beklesin diğer faktörler yeterince ve yerinde kullanılmazsa sonuç hayal kırıklığı olabilir.
Türkiye’nin yakın zamanda neredeyse Osmanlı’yı yeniden dirilteceğine inanılan dış politikasındaki bir kısım beklentiler şimdi hayal sükutu yaratmışa benziyor.
Baştan beri ABD ve etrafında kümelenen güçlerle aynı yatağa girebileceğini ve ülkesinin çıkarlarına bir takım kazanımlarda bulunabileceğinin fehimini inşa eden diskuruyla Türkiye’nin dış politik argümanları ve unsurları ne yazık ki önündeki meselelerin hiç de durduk yere çözülemeyeceğini artık anlamış olmalıdır.
İçerde Kürt sorununun çözümü meselesinde David Phillips ve Henri Barkey’in yazdıklarıyla kendini ABD politikalarına uyumlaştırdığını zanneden üst akıl ne yazık ki, kendince bu mesele etrafında milli bir çizgi tutturamamıştır. Hep edilgen politikalar ve görüşmeler yüzünden handiyse örgüt ve uluslararası istihbarat örgütleri Türkiye’nin devlet aklıyla dalga geçmişlerdir.
Çözüm süreci bir ara teröristlerin silah bırakma ve/ veyahut ülkeyi terketme boyutuna erişince bu akıl kendince olağanüstü(!) bir çıkarsama yapıp bu teröristlerin Esed’e karşı Suriye’de savaşması gerektiğine karar verdi.
Böylece Irak’ta de-facto olarak oluşan Kürt bölgesi Suriye’de de oluşacaktı ama Türkiye’nin devlet aklı ne yazık ki bunu pek geç fark edebilecekti.
Ne zaman ki teröristler masada Tayyip Bey’in değil Esed’in bulunacağını anladılar işte o zaman Esed’e karşı savaşmaktan vazgeçip Suriye’nin kuzeyinde de bir Kürt bölgesi inşa etmeye başladılar.
Bu arada Mehmet Doğan’ın dediği gibi ABD bizim ferasetimizle alay edercesine iyi polis kötü polisi oynadı ve taraflara oynattı.
Güya kötü polis IŞİD, iyi polis de bölgedeki Kürt silahlı güçler ve Türkiye’deki uzantıları idi.
Kobani düştü düşecek garabetinin devletin en üstündeki makama yaptırılması bir taşla birkaç kuş vurma taktiği idi global statükonun.
Aşağı tükür sakal yukarı tükür bıyık…
Türkiye ister istemez Büyük Kürdistan yani İkinci İsrail yapılanması gündeme gelince telaşla IŞİD’e de Suriye’deki bütün taraflara da elinden gelen yardımı yapma telaşına düştü.
Oysa ki daha başlangıçta ABD’nin, İsrail’in ve Avrupa Birliği’nin bölgedeki hedefleri ve bağlantıları iyi okunmalı idi.
Maalesef stratejik müttefik bizim içimizdeki bütün bilgilere eriştiği halde bizim onun niyeti hakkında hiçbir kaynağımız yoktu.
Türkiye telaşla politika üretme yerine iki veçhesi olan sağlam bir politika üretmeliydi. Bunlardan biri açık dış politika ki Türkmenler bunun merkezinde yer almalıydı. İkincisi de çok yönlü açık ve gizli unsur ve hedefleri olan dış politika… Bunda da bütün tarafları ve uzaktaki çıkarcılarını etkileyecek yaptırımlar söz konusu olmalıydı…
Ortadoğu’nun mazide yöneticisi olarak derin bilgilere ve ilişkilere sahip olması gereken Türkiye ne yazık ki bölgeden istihbaratını ABD sayesinde elde edebiliyordu.
Türkiye istihbaratı içerde lüzumsuz işlerle uğraşacağına Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da birinci derecede operasyonel istihbarat programlarına sahip olması gereken bir istihbarat kurumu olmalıydı.
Ne yazık ki bu teşkilata girenler ve orada yönetici olanlar tarih, ontoloji, sosyoloji bilmedikleri gibi teknik olarak da mesleki olarak da yeterli formasyona sahip değiller anlaşılan…
Suriye politikası apar topar TIR sevkiyatını gündeme getirince istihbarat açısından ne kadar büyük bir zaaf içerisinde olduğumuz anlaşıldı. Ya sevkettiği tırları bizzat kendi yakalatmıştı ki o zaman Suriye politikasında devlet aklının ikiye bölündüğünü söyleyebiliriz. Hükümete başka kendini devlet sananlara başka destek mevzu bahistir o zaman…
Ya da bir operasyona kalkışmış ve eline yüzüne bulaştırmıştır.
Her iki halde de üst akıl ve onu yönetenler açısından büyük sıkıntı vardır.
Irak Kürdistanı, Suriye Kürdistanı birleşip büyük Kürdistan oluşunca ve Lazkiye limanına da ulaşınca ve sonrasında Suriye daha farklı bölgelere de ayrışınca İsrail’e yönelik tehdit algısında ve yeniden geliştireceği güvenlik stratejisinde büyük ilerlemeler sağlanmış olacaktır. İsrail’in güvenliği ABD ve AB için kendi güvenlikleri kadar önemlidir.
Türkiye bu meselede hayal aleminde yaşamış hem İslam alemini içinden çıkılmaz kaoslara gark ederken hem de global statükoya paralel düşeceğim hesabından ABD, İsrail ve AB’ye karşı kozlarını har vurup harman savurmuştur.
Şimdi artık Türkmen politikasını müdahale çerçevesinin nirengi noktasına yerleştirip, “bir tek Türkmen’in burnu kanarsa dünyayı başınıza yıkarım” mesajını bölge güçlerine ve arkasındaki global statükoya göstermelidir. Bir iki operasyon ile…
Ama Süleymanşah ve Kobani festivallerinin bile tatmin ettiği devlet aklının bu iradeyi gösterebilmesi pek zordur.
Tarih bugünkü gelişmeleri yazarken haritalar üzerinden de yorumlar yapacaktır.
Acizliğin tefrikası kim bilir kaç sayfa tutacak yarınki nesillerin okuyacağı tarihte…
O yüzden hasbelkader devlet adamı makamını işgal edenlere torunlarına emanet bırakacağı şeylerin bugün elinde tuttuklarınkinden daha kıymetli olduğunu bilmelerini isterim.
Uluslararası güçler ve Ortadoğu uzantıları Türkiye aleyhine maalesef son zamanlarda birkaç somut sonuç elde ettiler.
1- Irak’ta Saddam’ın gitmesinden itibaren Sünni Arap unsurların hükümetlerde temsil edilmemesi sürecinde Türkiye ABD dahil uluslararası camiada yapması gerekenleri yapamadı ve bölgedeki sosyo-psikolojik vasat IŞİD’i doğurdu.
Türkiye IŞİD’den zımnen bir şeyler umdu ve şimdi artık böyle bir unsura karşı politika üretmesi imkansız hale geldi.
2- Kürt de-facto yapılanmalarına karşı Türkiye’nin eli kolu bağlandı. Irak’ın toprak bütünlüğünü ısrarla savunan eski Türkiye politikaları ve ardındaki diploması geleneği(yani o kızdığımız monşer geleneği) unutuldu. Global statüko bölgede inşa edilen Kürt devletine açık gizli hami kılındı.
3- Suriye politikasında baştan beri ABD ve İsrail’in bizim yüzümüze başka ardımızdan başka tezgahlarını anlamada zorluk çeken siyaset dünyamız ne yazık ki Kobani dahil her politikasında hem edilgen, edilgen olduğu kadar da mahcup ve kahır içinde yani burnu sürtülürcesine bir uygulamaya mahkum edildi.
Bugünlük bu kadar…
Fakat şunu ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki; şu anda Soli Özel’in de yazdığı gibi IŞİD’den vazgeçip PYD ile işbirliğine mahkûm edilmek istenen Türkiye’nin böylesi bir yeni dış politikayla nereye kadar benliğini muhafaza edebileceğini iyi tartması gerekir.
Yahut erken bir risk alıp sonrasındaki büyük felaketleri şimdiden önlemesi…
Cumhuriyet’in bir Dönemi Kapandı
DEMİREL ÖLDÜ.
Allah rahmet eylesin…
Çok kızdık…
Çocuktuk o iktidardı.
Büyüdük yine iktidar…
Hapislere düştük…
Şapkayı alıp gitmişti…
Bir baktık yine iktidar…
Hem askeri vesayete karşı savaştı, hem onunla bütünleşti…
İlginç bir siyasetçiydi.
DP mirasına Su Müdürü iken kondu.
Bilgiç ile girdiği seçimi kazandı ve DP mirası demek olan AP’ye genel başkan ve dolayısıyla sonrası sağcı
hükümetlerin başkanı oldu…
Birkaç kez görüştük kendisiyle…
Birincisi Eğitim Enstitüleri’nin hakları vesilesiyle…
Çok büyük bir eylem gerçekleştirdik Ankara’da. Ankara’da hayatı felç ettik. Trafik durdu. Devlet çalışamaz oldu.
Ben onunla görüşen heyetin başkanıydım.
Hakkımızı aldık, söke söke… Yanında Milli Eğitim Bakanı Nahit Menteşe vardı.
Sonra DYP’yi kurarken. Benim de orada olmamı istiyordu. Biz Özal’a söylediğimizi söyledik ona da…
Arkadaşlarımız içerde. Ve biz onlarsız politika düşünemeyiz.
Sonra meydanlara sığmadı… Demokrasi rüzgârı estirdi güya…
Bugün Ak Parti’de milletvekili olan bir arkadaş Demirel’in mitingine götürdü beni. Aynı gazetede yazmıştık. Bizim
Demirelci olmamız gerektiğini söylüyordu. Sonra MHP’ye sonra Ak Parti’ye girdi.
Sözde liberaller ve sözde demokrasi müdafileri ile vesayet ile darbeye karşı olanların Sisi gibi düşmanıydı oysa
Demirel… Şimdi onların yanında Demirel’i demokrasi havarisi olarak nasıl savunacağını merak etmiyor değilim.
Sonra Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı olduğum dönemde görüştük. Cumhurbaşkanıydı.
Birkaç kez köşkteki toplantılara çağırdı…
Bugünkülerden daha fazla…
Öyle ya da böyle Türk siyasi hayatına damgasını vurdu.
Onu ithal ikameci sanayici tipi siyasetimizin mihenk taşı yaptı. Kötü mü oldu?
Sanayimiz gelişti…
Bugün sadece inşaat ve yol yapılıyor.
Keşke fabrikalar yapma merakı yeniden zuhur etse…
Demirel öldü.
Bir devir kapandı…
Fakat beyefendi rakam rakam Türkiye’nin projelerini nerede karşılaşırsanız söylerdi. Kâğıttan okumazdı. Cama bakmazdı…
Şimdiki liderler de keşke derslerine çalışsalar da Türkiye’nin rakamlarını her ortamda tak diye söyleyebilseler…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.