Yürüyen Köşk, Kaç Liraya Yürüdü?
Mustafa Kemal, 1929’da Yalova’yı ziyâretinde, bir çınar ağacını çok beğenir ve hemen yanına bir ev yapılmasını ister. Çınarın yanına küçük, sâde bir ev yapılır. Sonraki sene, Yalova’ya geldiğinde, çınarın bir dalının evin çatısına değdiği için kesileceğini öğrenir. Kesinlikle karşı çıkar. Fakat evin yıkılma tehlikesi vardır. Çınara dokunulmamasını, evin yerinden oynatılarak ileri alınmasını ister. Vazife İstanbul Belediyesi Fen İşleri’ne verilir. Mimarlar, mühendisler, ustalar ve işçiler Yalova’ya gelirler. Hafriyat başlar. Toprak dikkatlice kazılarak temele inilir. İstanbul’dan getirtilen raylar temelin altına döşenir. Binâ, üç gün içerisinde, 4 m 80 cm kadar çınar dalından uzaklaştırılır.
Bir çınar dalını kesmemek için onlarca işçi, günlerce çalışır. Binâ, bundan sonra “Yürüyen Köşk” olarak anılır.
Binâ, ahım şahım bir târihî eser değildir. Kısa sürede yapılmış sıradan bir evdir. Hani, “yıkılsa ne gam” türünden. Çınar dalı da nihâyetinde memleket için bir kayıp değildir. Evin çınar dalına bu kadar yakın yapılmasının mahzurlu olabileceğini, evin mimarı niçin hesap etmemiştir, bu da bilinmez.
Şapka uğruna yüzlerce insanın daracına yürüdüğü bir ülkede, bir dal uğruna köşk yürütülür. İlginç değil mi? İnsana gösterilmeyen merhamet, bir çınar dalı için fazla fazla gösterilir.
Her nedense, bir dalı kesmemek için yapılan bu kadar masraf ve emek, CHP’lilerce “mûcizevî” bir hâdise olarak bugünlere kadar anlatılagelmiştir.
Şimdi, Cumhurbaşkanlığı’ndaki masa ve iftar masrafını aslı olmayan rakamlarla gündeme getiren TMMOB’na sormak lâzım. Bir dalı kesmemek için yapılan bu inşaat, kaç lira tutmuş olabilir?
“BENİM BABAM MÜFTÜYDÜ”
Aslen Harputlu. Mutlu bir çocukluk geçirmiş. Bahçeli ev, dut ağaçları, bisiklet… Çok ulemâsı olan köklü bir âileye mensup. Babası, avukat; annesi, öğretmen.
Liseyi Üsküdar Amerikan Koleji’nde okumuş. Sonra tıp fakültesi..
Gerçekten çok çalışkanmış. Yazları Anadolu köylerine gider, gönüllü çalışırmış. Türkiye’de modern anlamda ilk koroner ünitenin kurucusu. Güney Afrika’da, ilk kalp nakli yapan Christian Bernard’ın ekibinde çalışmış. Kasıktan anjiyo yapmayı öğrenip Türkiye’de uygulamış. Kalp pili takan ilk kardiolog ünvânına sâhip.
Şimdi, “Bu kardiolog kim?” desem, birçok kişi bilmez. Çünkü bu kadar başarılarına rağmen, sâdece 1974 yılında Hürriyet’in ilk sayfasına çıkmış.
Gönüllü çalışmalarını, 99 depreminde de sürdürmüş. Eşi ve oğluyla canla başla hizmet etmiş. Gene kimse tanımamış.
“Bir kitap okudum hayatım değişti.” derler ya kardioloğumuz da bir kitap yazınca hayatı değişti. “Karatay Diyeti”. Evet, hayatı başarılar ve fedâkârlıklarla dolu olan Prof. Dr. Canan Karatay, diyet kitabı yazınca şöhreti yakaladı.
Diyetine itiraz edenler oldu; şöhret sarhoşu olduğunu, tutulamadığını, artık durdurulması gerektiğini söyleyenler oldu.
Dolandırıldığında, “Bir kaşık bal yese böyle olmazdı.” diyenler oldu.
Diyetlerden çok anlamam. Karatay’ın tavsiyeleri doğru da olabilir yanlış da…
Beni, iftar ve sahurla ilgili tavsiyeleri çok ilgilendirdi. Ramazan’ın ilk günlerinde, Balçiçek İlter’in sorularını cevaplandırırken zengin iftar sofralarını eleştirdi. Hem sağlık adına hem Ramazan’ın ruhu adına, çok haklı elbette.
Fakat, bu haklılığı perçinleştirmek için öyle bir şey söyledi ki gerçekten ekrana çıkınca hızını alamadığına ben de inandım. Sözleri şöyle:
“Bakın benim babam müftüydü; benim babam hacıydı…”
Evet, Canan Karatay hızını alamayınca, avukat babasını müftü yaptı. Kimse de düzeltmedi.
Çünkü Müslümanları hizâya sokan Cumhuriyet aydınlarının babasının veya dedesinin müftü olmasına alıştık artık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.