Göç Çocukları
Tezcan Candan’ın iftar sofrası iftirasının savunulur bir tarafı yok. O hâlde ne yapmalı? Hemen bir “kurtarma operasyonu” yapıp meseleyi Atatürkçülüğe bağlamalı. Öyle ki Candan’ı eleştirenler, Atatürk düşmanı olsun. Görev, Soner Yalçın’a düşmüş.
Yalçın, geçen Pazar, Candan’ın hayat hikâyesini yazdı. Atatürk’e bağlamak için matematik öğretmeni çağrışımını bile kullanmış.
Tezcan Hanım’ın âilesi Malatyalıymış. Önce Manisa’ya göçmüşler. Babası, her işi yapmış. Sonra, Adana’da pamuk fabrikası ve Ankara… Babası, Ecevit sâyesinde kadroya geçmiş. Seyranbağları’nda oturmuşlar. Gâzi Osman Paşa Ortaokulu’nda okumuş vs.
Hayat, tesâdüflerle dolu. Benim âilem de göçmen. Candan ile yaşıtız. Çocukluğum, Seyranbağları’nda geçti. Aynı ortaokulda okudum. Belki okulun bahçesinde top oynadık, acıktık. Nuray Dumlu adında efsâne bir matematik öğretmenimiz vardı. Bize matematik değil, hayatı öğretti.
İşçilerin Ecevit sevgisini; CHP’nin, işçileri nasıl sömürdüğünü; DİSK başkanlarının grevdeki işçileri son model arabalarla ziyâretini çok iyi bilirim.
Okulda, Seyranbağları ve Kırkkonaklar’ın göç çocukları ile Gaziosmanpaşa, Ayrancı ve Küçükesat’ın şehirli çocukları vardı. Okul kapanınca, onlar, tatile; biz, köye giderdik. İşin garibi, aralarında sınıf farkı olan bu semtlerden, genellikle CHP’ye oy çıkardı. Aynı partili olmalarına rağmen, diğer semtlerin sâkinleri, bize, tepeden bakarlardı. Ne işimiz vardı başkentte? Görüntü kirliliği yapıyorduk. Câhildik.
Bu durum, başarılı olmak için bizleri kamçıladı ve iki türlü tercih yaptırdı. Ya geldiğimiz kültüre mesâfe koyduk veya geldiğimiz kültüre sâhip çıktık. Ben şanslıydım. Önümde, ülkücü bir abim vardı. Bayrağı, Türklüğü, vatanı, askeri çok severdik. Bakmayın şimdi sahiplendiklerine, diğerleri, bunları faşizm olarak görürdü. Cemâziyelevvellerini bilirim. Rusya trenine binemeyince Atatürkçü oldular. Seyranbağları, Gezi günlerinde nasılsa seksen öncesi de aynıydı.
Candan, bir röportajda, Ak Parti ile göçmenlerin ilişkisini şöyle açıklamış:
“Kentsel dönüşüm adı altında, hem kentsel ranta el koyma hem de kentle bütünleşemeyen bu kesimlerin ihtiyaçlarını muhtaçlık üzerinden bağlayarak politik bir oy deposu haline getirdi. Neoliberalizmin, yaşam standartlarını görece artırması ile bu kesimler bir anda köyden indim şehire şaşkınlığı ile kentsel hizmetlere ulaşma ihtimallerini sevdiler. Yoksulların ve orta sınıfın, kredi ile TOKİ evlerine sahip olabilme ihtimali, kredi ile araba alabilme ihtimali, özel hastaneye gidebilme ihtimali, hızlı tren ve uçağa binme ihtimalleri çoğaldıkça, iktidarla ihtimaller üzerinden kurdukları bağ güçlendi. Toplum kendisini bir anda neoliberalizmin yanılsama aynasında görmeye başlıyor; gerçeklerden uzak ihtimallerle yaşayan bir topluma dönüşmeye başlıyor.”
Bu satırları, Soner Yalçın’ın yazısından önce okusam, Candan’ı, yedi göbek şehirli veya paşa torunu sanırdım. Çankaya Belediyesi’nde çalışınca, sınıf atlayıp göçmenlere tepeden bakmayı öğrenmiş. Acaba, kente göçenleri tahfif ederken şehre inince şaşıran annesini, Ecevit’den kadro aldığı için CHP’ye oy veren babasını hiç düşünmüş müdür?
Ak Parti’ye vurmak için yerdiği göçmenlik meselesini, kırdığı potları kamufle etmeye sıra geldiğinde ibretli ve acıklı bir hayat hikâyesinin malzemesi yapması nasıl bir ikilemdir?
Soner Yalçın, Candan’ın şu sözünü hiç unutmamışmış:
“Mücâdele çocuk büyütmeye benzer; karşılıksız emek ve koşulsuz sevgi ister…”
Mücâdele ede ede sınıf atlayan, köşe başı tutan, kapitalistleşen solcuların, böyle sözler sarf etmesine bitiyorum.
Siz itiraz etmeden ben yazayım. Sınıf atlayan mücâhitlerin söylemlerinde de aynı şeyleri hissediyorum. Al birini; vur ötekine…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.