“Bir Ben Vardır Bende Benden İçerû
Sorular (ve Kendi İçinde Cevapları):
1. ABD ile birlikte Eğit Donat Projesi kapsamında girişilen faaliyetin arka-planındaki riski ne dereceye kadar göğüsleyebileceğiz?
2. Suriye’de YPG güçlerini açık bir şekilde müttefik hatta vazgeçilmez işbirlikçi addeden ABD’nin bölgede ortaya koyacağı oyunlara-senaryolara karşı Türkiye’nin karşıt planı var mıdır? Malum olduğu üzere; Amerikan ortak gücünün kurmay başkanı Tuğgeneral Kevin J. Killea “YPG, IŞİD karşıtı güçlerden oluşan Suriyeli Kürt grubun parçası olarak IŞİD’e karşı koalisyon için son derece güvenilir ve emin bir ortaktır” açıklaması yaptı. Buna göre YPG ile PKK müttefikliğinin bir açıklaması olmalı. Yahut da YPG güçlerini kesinkes PKK ile dayanışmadan uzaklaştırmak icap eder. Böyle bir durum eşyanın tabiatına aykırı olduğuna göre; Türkiye ile ABD yakın zamanda olmasa da orta ve uzun vadede karşı karşıya geldiğinde izlenecek askerî stratejiler ve diplomasi üzerinde bir çalışma yapılmış mıdır?
3. Türkiye, İncirlik’i ABD plan ve programları için elverişli kıldığına göre düşman addettiği iki terör örgütüne karşı elbette kendi millî varlığını ve tehdide karşı güvenlik stratejisinin icap ettirdiği taarruzları hayata geçirecektir. Bundan daha tabii bi r şey olamaz. Fakat görünen o ki; IŞİD’e saldırı oranı PKK’ya saldırı oranının gerisinde kalmış farz ediliyor. ABD yetkilileri ile CIA’nın Türkiye masası eski ve yeni çalışanları yaptıkları açıklamalarla da bunun altını çiziyorlar. CIA Türkiye masası eski şeflerinden Graham Fuller ile bizim öteden beri Kürt sorunu çözümünün planlayıcısı olarak deşifre ettiğimiz David Phillips aba altından sopa bile gösteriyorlar. Türkiye onlara göre haddini aşmış ve IŞİD bahanesiyle daha çok ABD’nin tam bir terör örgütü saymak istemediği PKK’ya vurmaya, hem de fazla vurmaya başlamıştır. Türkiye’nin kulağını çekerken de Cumhurbaşkanının zafiyeti üzerinden politika tertip ediyorlar. İç politikada HDP’nin de seçim öncesi ve sonrası yürüttüğü politikaya dayandıkları belli. Gerçi HDP kadar açık vurmuyorlar ama hedef gösteriyorlar. “Erdoğan, tansiyonu azaltması için teşvik edilecek.”
4. Türkiye, ABD’nin BOP hedeflerine zaman zaman uyum gösterdi, zaman zaman da çekinceler ortaya koydu. ABD’nin bir türlü anlamak istemediği mevzularda biz de pek açık davranmadık. Irak’ta kuzeyde bir Kürt devletinin oluşumuna aslında Irak’ın Toprak Bütünlüğü ilkesi çerçevesinde daha ketum davranan ABD, Suriye gündeminde o kadar kendini saklamadı. Henüz Kürt koridoru bile oluşmadan bir Kürt devletinin varlığının aslında Türkiye’nin rıza göstermesi gerektiğini ve yine Irak’taki gibi kendi himayesinde oluşacak böylesi de-facto bir durumu resmileştirmesinin bile sakınca yaratmayacağını ileri sürdü. Türkiye’nin varolma davasının bir mütemmimi olan böylesi bir tehdidin(yani İkinci İsrail’in) müttefik olduğunu varsayan taraflarca net bir şekilde algılanmaması üzerine Türkiye nasıl bir diplomasi ve yaptırım uygulayacaktır? Uluslararası camia üzerinde millî güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı nasıl bir ortak kanaat oluşumuna gitmelidir? Bunu gerçekleştirebilecek iç ve dış faktörlerini geliştirebilmiş midir? Kendi medyası ve akademyası bile düşmanın ekmeğine yağ çalarken Türkiye bunu nasıl gerçekleştirecektir?
5. Belli ki asıl hedef İsrail’in güvenliğidir. İsrail’in güvenliği ve ona karşı tehdit algılamaları aslında Orta Batı’nın ve İngiliz Yahudi medeniyetinin ortak kaygusudur. Bu kaygu üzerinden güvenlik stratejileri oluştururlar. Hatta kendi güvenlikleri bile bu güvenlik politikasının yanında tâli kalır. O halde güneyimizde ve hatta içimizde bir Kürdistan kurulmasının yani İkinci bir İsrail’in aslında İsrail’in güvenliğine bir katkı sağlayamayacağının bütün Batılı güçlere ispatlanması gerekmektedir. Türkiye’nin bu konuda bir girişimi niçin yoktur ve İsrail’in güvenliği meselesinde Batı’nın çifte standardı ve iki yüzlü politikaları niçin deşifre edilmemektedir? Bu konu etrafında Türkiye’nin bizzat kendisinin bile İsrail’in güvenliğini tehdit ettiği meselesi kapalı kapılar ardında teati edilmekteyken Türkiye, ayıyla aynı yatağa girerken kendi vücut sağlığını koruyabilecek hangi tedbirleri almıştır? Türkiye’nin önünde iki şık durmaktadır: ya ilerde meydana gelebilecek bir Türkiye İsrail çatışmasının karşı tarafın senaryoları ikmal edilmeden öne alınması ve hazırlıksız yakalamak için erken bir oyun planı deruhte etmek, ya da İsrail’in güvenliği meselesinde Batı ile akıl yürütmede yaratıcı olabilmek… İngiliz Yahudi medeniyetinin korku ve vehimlerini, ve bu istikamette inşa ettiği ‘tek dişi kalmış canavar’ tarifine uygun saldırgan tutumlarını bertaraf etmek, geçersiz kılmak ve belki de yeni bir pax-Turcica, ya da pax-İslamica tesis edebilecek yaratıcı entellektüalizmin ve nizam-ı âlemin en azından ihtiyacının idrak edilmesi ve bu uğurda bir ‘emri bil maruf – nehyanil münker’ kadrosunun tesisine behemehal geçilmesi… Böyle bir kadro ihtiyacının Türkiye’nin siyasi elitlerince ancak hatırlattığınız zaman bir anlamı var. Sayın Cumhurbaşkanı’nın masasında bulunan, uçağında yer alan zevata bakınca günlük yağlanma ihtiyacından öte bir ‘kalemşor’ ihtiyacı hissedilmediği anlaşılıyor. Fakat Sayın Başbakan en azından Stratejik Derinlik kitabının yazarı bir entelektüel olarak böyle bir ihtiyacının idrakindedir. Pekâla bu konuda Bilim ve Sanat Vakfı’nın artık kitinleşmiş tabiatinden öte bir entelektüel birikime açık olup olmadığını biliyor muyuz? Her ne kadar yandaş ve yanaşma basının ve akillerin dayanılmaz hafifliğinden fırsat bulup böylesi bir donanımı talep edebilecek zihniyet problemi yaşamasa da Sayın Cumhurbaşkanı mazisindeki mayası itibariyle emri bil maruf ve nehyanil münker meselesinde en azından bir karşıtlık ortaya koymayacaktır. Fakat tezist tutumu itibariyle (genellikle bütün profesörler öyledir) Sayın Başbakan’ın bu meselede hem iddialarına, hem de kendine olan aşırı güvenin de saikiyle bir kayıtsızlık göstermesi de mümkündür. O halde bir koalisyon çoğulculuğu içinde iç içe farklı ve paralel (her zaman paralel kötü değildir) senaryoların ve diplomasiler üretme ameliyesine Türk devlet kurumlarını sokmak ve derinden derine de bir emri bil maruf nehyanil münker kadrosu tesis etmek mümkün müdür? Türkiye’nin çoğulculuk avantajları onun İslam medeniyetine katkısı bakımından da tarihten gelen potansiyel kurum ve kavramları olduğunu hatırlatmaktadır. Zaten diğer İslam ülkelerine bakılınca selefi akımlara karşı hiçbirinin böyle bir donanım potansiyelinde olmadıkları da anlaşılmaktadır.
6. Türkiye IŞİD ile PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede topyekün savaş mantığını bilerek veya bilmeyerek doğru kurgulamıştır. Bence bu konuda bir yanlış yoktur. Bunun sürdürülebilmesi için alt yapısı ve bu alt yapının farkındalığı bakımından eksiklikleri vardır. Türkiye bu iki cephede savaşını aslında daha çoklu cephe savaşlarına duçar olmamak için gerçekleştirmektedir. Bundan imtina yanlış olur. “Yok, efendim sadece IŞİD’e karşı mücadele edilsin ve bölgede kendi himayemizde bir Kürt devletinin oluşumuna izin verilsin” şeklinde özetlenebilecek yarı aydın akilliğine ve sakilliğine pirim verilmemelidir. Fakat Türk siyasası bu konuda asker ve sivil müesseseler bakımından yeterince tevekkül ve sabır imtihanından geçmeğe hazır mıdır? Ayrıca böyle bir imtihan için varsayılan zihniyet alt yapısı ve sosyal psikolojik aysberg destek için hazırlanmış mıdır? Yani millî vicdana müracaat sağlıklı mıdır? Bu konuda sosyal psikolojik aysbergin ve milliyet unsurlarının tamamının desteğinin sağlanması için ‘milliyetçiliği bile ayaklar altına alan’ eski günahlardan tövbe ve istiğfar edildiğine dair bir kanaat ortaya konmuş mudur? Bakın tövbe ve istiğfar edilsin demiyorum, edilmesi noktasında bir kanaat bile yeterlidir.
…
Hadi bakalım!…
Bir adım gelene on adım gelmek şiarımızdır…
Milliyetimiz öylesi bir tevazu ve sabır taşlarından meydana getirilmiş kal’adır…
Yunus ve Yavuz; kadife eldiven içinde çelik yumruk; bir ben vardır bende benden içerû…
Ne derseniz deyin artık…
Lütfen emri bil maruf ve nehyanil münker için bir hasbi gayret…
Ama içinde akiller ve sakiller olmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.