İntihar
Siyaset bilimine “intihar” kavramını ilk kim soktu? Eski Yunan’dan günümüze felsefi ve siyasi intihar tartışılıyor aslında.
Fakat son günlerde devletimizin en yüksek makamlarını işgal edenler bu kavramı dillerine pelesenk yaptılar.
Basınımız da olur olmaz yerde kullanmaya başladı.
Uzmanlar intihar ile ilgili şu kanaati paylaşıyorlar: “Görünüşteki sebebe ve kültürel yapıya bağlı olarak intihar aşağılanabilir ya da yüceltilebilir. İntihar hayali kuran veya kendini ölümcül derecede yaralamayı düşünen kişi, duyulmak ve anlaşılmak istiyor olabileceği gibi gerçekten diğerlerini önemsemiyor da olabilir. İntihar etmeyi düşünen kişi intihar tehditleriyle diğer insanları manipüle etmemek için bu düşüncesini kimseye açmayabilir. Nasıl hissettiğini ya da planladığı eylemi kimseye söylemeden intihar eden kişilerin bu düşünceye sahip oldukları sanılmaktadır.”
Bir siyasi partinin lideri niye intiharı bir metod olarak benimsesin ki? Zaten yeterince duyulmak ve anlaşılmak durumunda değil mi? Bir derdi varsa zaten halk ile paylaşabilir.
Ama halkın iradesi ile değil de sahibinin iradesi ile siyaset sahnesinde ise o zaman elbette bir ruh travması, bir dikotomi yaşadığı bellidir. İşte burada siyaseten intihar tabiri yahut tehdidi, sahibine göre, kendisine yapılan bir ihaneti ifade biçimidir. İntihar edeceği varsayılan kişi ise hain olup olmama arefesindedir. Vereceği karar onun kendisini siyasete sokana olan aykırı duruşuyla veya sadakatiyle alakalıdır. Eğer sadakat gösterirse güya intihar etmemiş olacak, yok kendi iradesiyle vereceği karar efendisine ters gelirse intihar etmiş olacaktır. Dikkat ederseniz burada reylerin asıl sahibi halk edilgen bir durumdadır. Çünkü o emanetçiyi zaten halk herhangi bir yere getirmiş değildir. Niçin sadakat dururken kendi iradesi peşinde gitsin ki mutmain bir nefis?..
Hem intihar etmek için ortada büyük bir acı olması gerekmez mi?
İşte burada yine son zamanlar siyasi literatürümüzde sıklıkla yer alan şeref kavramı devreye giriyor.
Hatırlarsanız bir Japon mühendis, kimse hayatını kaybetmemesine yahut yaralanmamasına rağmen körfezde inşa edilen köprünün halatı koptuğu için yüksek sorumluluk duygusu ile intihar etti. Aksi takdirde şerefle hayatını idame ettiremeyecekti.
İsterseniz Vikipedi’den okuyalım:
“İntihar düşüncesi genellikle insanın başa çıkamayacağından daha ağır bir duygusal acıdan kaynaklanır. Bazılarına göre bu acı bireyin kendi kendini disipline etmesindeki isteksizliğe ve kendini diğerlerinden daha çok önemsemesine bağlı olarak artmaktadır, fakat bu düşünce acı çeken ve yoğun umutsuzluğa sürüklenmiş bir kişiye karşı intihara suç veya utanç yüklenerek aile veya etrafındaki bireyler tarafından intihardan kaçması için dile getirildiğinde intihar düşüncesine sahip kişi diğerlerini düşünerek acı çekerek de olsa yaşamaya karar verebilir, fakat bu da gerçek bir çözüm değildir.”
“İntihar algılaması kültüre, dine, sosyal sistemlere bağlı olarak değişkendir. Birçok dinde günah veya etik dışı olarak kabul edilir. Öte yandan bazı kültürlerde utanç verici ve umutsuz bir durumdan çıkışın tek onurlu yoludur (örnek: Seppuku). Genellikle intihar etme girişiminde bulunan kişi arkasında bir not bırakır.”
Bir de intihar saldırıları var.
Terör örgütleri bir kısım gençleri ve fiziki rahatsızlıkları olan orta yaşlıları bu işte kullanıyor. Onlara ya yüksek bir ideal için bundan daha iyi bir formül olmadığı yaklaşımı durmaksızın işleniyor; ya da ağır bir suçtan arandığı ve yargılandığında zaten bundan sonraki hayatının kararacağı empoze ediliyor. Bir takım ilaçlarla da psikolojisi iyiden iyiye takıntılı hale getiriliyor demek ki…
Artık bomboş hayatı eğer bu metodla bir eylem ve ideal için kanatlanacaksa varsın kanatlansın…
Uçmağa varsın. Belki de intihar saldırısına odaklanmış bir ruh kendisini meleklerle birlikte uçuyor zannediyordur.
Büyük bir acı, düzelemeyecek biyolojik bir acı da olabilir bu, hisseden kişi için de intihar bir çıkar yol sanılır. Bir yakınını kaybetmiş kişiler de bu acıyı ve ruhsal çöküntüyü yaşarlar. Bir IŞİD intihar saldırganı da kardeşini kaybetmişti, bir diğeri kocasını…
Ağır vicdan azabı, bitmeyen geçmeyen depresyonlar, cinsel sorunlar ve çözülemeyen cinsel problemler de bu hayattan koparır kişiyi… Eğer bir anlam katmak istiyorsa ruh ve beden dikotomisini yenip hayırlı işlere yönelebilir ama çoğu zaman böyle bir ortam da bulamaz.
Kumarda büyük paralar kaybedenler de intihar etmektedirler.
Son zamanlarda din ve benzeri davalar uğruna intihar saldırıları artmış gözüküyor. Bunu yapanlar kamikaze gibi bir hisse kapılıyorlar herhalde…
Siyaset biliminde intiharı kim soktu bilmiyorum.
Ama felsefede intihar çok işlendi. Platon, Aristo, Epikür bu konuyu tartıştılar. Seneka farklı baktı intihara. Öncekiler gibi kestirip atmadı, anlamaya çalıştı. Albert Camus için intihar yegane felsefi sorundu.
Camus, insanın kendini öldürmesi mümkün iken yine de yaşamasını değerlendirir.
Bir nevi bizdeki ölmeden önce ölünüz gibi.
Tasavvufu bilseydi acaba hangi iklimlerde koşardı Camus?
Sisypos Söylencesi intihar kavramının derinlikli irdelendiği bir kitap. Aslında hayat yaşamaya değmeyecek kadar saçmadır, lakin yine de yaşamak ve katlanmak icap eder. Keşke Camus gibi mutasavvıflarımız olsaydı…
Bir son intihar haberi de annesinin ölümüyle çekilen acıya dayanamamaktan kaynaklanmış. Üstelik de zengin bir ailenin kızı… Anne sevgisinin yerine bir şey koyamamış, hayata tutunamamış Ayşe…
“Kanada McGill Üniversitesi’nde öğrenim gören 23 yaşındaki Emel Ayşe Kozlu İstanbul Beyoğlu’ndaki evinde dolap kapağına asılı halde ölü bulundu. Genç kızın cesedini bulan baba ünlü caz davulcusu Can Kozlu öğle saatlerinde evden ayrıldığını eve döndüğünde kızını dolapta asılı bulduğunu anlattı. Emel Ayşe Kozlu’nun annesi Oya Kozlu meme kanseriyle 6 yıllık mücadelesini Çıplak Kanser kitabında anlatmıştı. Annesinin ölümünün ardından kızının psikolojik tedavi gördüğü biliniyor. Son günlerde iyice içine kapanan kızın, annesinin ölümüyle yıkıldığı düşünülüyor. (Sabah, 8.8.2015)
İster intihar saldırısı gibi güya yüksek bir ideal adına girişilen kafa tutma olsun, ister salt kendi içine kapanmaktan ve Tanrı’yı yargılamaya varan hayatın anlamsızlığına dair hükme varan kafa tutma olsun intiharcının ölümüyle bir mesaj vermek istediği açıktır.
Gelelim son intihar lakırdısına…
Gazetelerde çok bilmiş yorumcular, “Devlet Bahçeli Ak Parti ile koalisyon kurmazsa siyaseten intihar etmiş olur” hükmünü ne de kolay verdiler. Sonra döndüler. Davutoğlu koalisyon kurarsa siyaseten intihar etmiş olur hükmünü adeta müteselsilen paylaştılar.
Bir üst akıl(!) kendi inisiyatifi dışında her şeye intihar yaftası yapıştırıyor.
Yoksa kendisini intihar ediyor olmasın…
Bence kişi zaten bir ruh ve beden dikotomisi yaşıyorsa, yani imanının tersini yapıyorsa hayatını karartmış demektir.
Yani çoktan intihar etmiş de haberi yok…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.