Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Ortadoğu Uygarlığı

Ortadoğu Uygarlığı

Bernard Lewis’in hiçbir medeniyetin Ortadoğu’da birlik tesis edemediği ve Ortadoğu’nun ruhunu ortaya koyamadığı iddiasını, Fernand Braudel ile yalanlayabiliriz. 

Lewis daha önceki Oryantalistlerin bir kısmının yaptığı gibi ilmini batının çıkarları doğrultusunda eğip bükmüştür. 1400 yıllık bir tarihi dönemi yok saymaya ve antik Ortadoğu’ya gönderme yapmaya kalkan Lewis İslâmiyetin getirdiklerini küçümsemek eğilimindedir.

Braudel’e göre gerek Hıristiyanlık gerekse İslâm var olan uygarlıkların gündemini ele geçirmişlerdir ve her seferinde bu uygarlıkların ruhu olmuşlardır. Daha baştan itibaren zengin bir mirası, bir geçmişi, koskoca bir şimdiki zamanı ve daha şimdiden bir geleceği yüklenme gibi bir avantaja sahip olmuşlardır. Braudel’e göre İslamiyet Yakın Doğu’nun yeni biçimidir. İkinci bir uygarlık; tıpkı Hıristiyanlığın sürdürdüğü Roma İmparatorluğu’nun miras olması gibi, İslamiyet de başlangıç dönemlerinde, dünyanın en eskilerinden biri, belki de en eski uygar insan ve halklar kavşağı olan Yakın Doğu’yu ele geçirecektir. Bu muazzam sonuçları olan bir olgudur.

Braudel, Yakın Doğu’nun yeni biçimi olan İslamiyeti önceki tarihi mirasıyla bütünleşerek bunu gerçekleştirdiğini kabul etmektedir.

Braudel, İslamiyetin-ya da Hıristiyanlığın-geldikleri zaman dilimiyle kaim olmadıklarını ve fakat bu yeni dinlerin her seferinde zaten var olan uygarlıkların gövdesini ele geçirdiklerini ve ruhu olduklarını düşünmektedir.

“Bu muazzam sonuçları olan bir olgudur; İslam uygarlığı, jeopolitiğin, kentsel biçimlerinin, kurumların, alışkanlıkların ritüellerin, eski inanma ve yaşama biçimlerinin kökü derinlerde olan emirlerini hesabına geçirecektir.”

Braudel, inanma biçimlerinden yaşama biçimlerine kadar köklü bir ilişkinin yeni halkaları olarak bu dönüşümleri irdeler ve uygarlığın mekândan, iktisadiyata kadar tüm veçheleriyle bir süreç olduğunu düşünür.

İnanma biçimleri; İslamiyetin, bizzat dininin içinde, Museviliğe ve Hıristiyanlığa, İbrahim ve Eski Ahit’in mirasına, bu kutsal kitabın katı tek tanrıcılığına bağlanmaktır. Kudüs, onun için kutsal bir kenttir. İsa ise, onu aşan Muhammed’ten önceki en büyük peygamberdir.

Lewis’e göre bölgenin eski dilleri ve kültürleri unutulmuştur. “Yakın Doğu’ya yabancıların tek eseri çabaları olmuştur ve esasen çaba olarak kalmaktadır”. Lewis 1400 yıldır Ortadoğu’yu biçimleyen ve onun ruhu olan İslamiyet bölge için bir yabancıdır görüşündedir. Braudel ise neyin Müslümanlara ait olup olmadığını belirlemek yerine uygarlıkların bir silsile olduğunu kavramanın daha doğru olacağı kanaatindedir.

Bunlar ayrıntılarıdır; ama konuştukları dil çok açıktır. Tıpkı Batı uygarlığı gibi, İslâm uygarlığı da türev Alfred Weber’in terminolojisini benimsersek ikinci dereceden bir uygarlıktır. Kendini boş bir alandan itibaren değil de, onu Yakın Doğu’da öncelenmiş olan rengârenk ve çok canlı bir uygarlığın temeli üzerinde inşa etmiştir.
Lewis ve Braudel’in Ortadoğu’yu değerlendirdikleri kadar bizim aydınlarımız Ortadoğu’yu ele alamamıştır. Sezai Karakoç’un denemeleri ile Cemil Meriç’in Kaypak bir mefhum olarak Ortadoğu’yu ele alan yazılarının dışında medeniyet tahliline giden pek kimse çıkmamıştır.

Cemil Meriç, “bütün rüyaların kanatlandığı ülke, bütün rüyaların ve kâbusların” diye tarif ettiği Ortadoğu üzerinde aydınlarımızın şuursuzluğuna parmak basmaktadır.

Şair, “O mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler” diyor. Aydınlarımızda aynı şuursuzluk.. Kaderimizi çizen Avrupa’nın siyasi ihtirasları, kullandığımız kelimeler onun emellerini dile getiriyor. Kulağımıza fısıldanan lafızları hudut ve şümullerinden habersiz tekrarlayıp duruyoruz. Doğu, Ortaçağ keşişleri için, hidayetten mahrum bir insanlar ülkesiydi. 18. asır Avrupa yazarlarına göre: bir dünya beldesi. Kapitalizm bu geniş, bu esrarlı, bu meçhul ülkeyi hudutsuz iştihalarını doyuracak, kolay feth edilen bir servet kaynağı olarak gördü. Devlet-i Aliye çöktükten sonra rayet-i İslam’ın dalgalandığı dünya parsellere ayrıldı. Avrupa, kıtaları ve ülkeleri kendi çıkarlarına göre yeniden adlandırıldı. Bir nevi vaftiz merasimiydi bu. Ve biz bayram çocukları gibi şadan bu yaldızlı isimleri dudaklarımızdan düşürmez olduk. Tefekkür, vuzuhla başlar; kurtuluş, şuurla.

Ortadoğu’da birçok uygarlığın gelip geçmesi Ortadoğu’da parçalanmışlığın sanki gerekçesi yapılmak isteniyor. Oysa İslam’la birlikte kimliğini bulan Ortadoğu için bu çerçeve birlik projesinin ortaya çıkarılması gerekmez miydi?
Kâinatın adeta, merkezi olduğu iddiasındaki Avrupa dünyayı parsellere ayırma alışkanlığını sürdürüyor. Ortadoğu için ürettiği stratejiler hep birliği değil, bölünmeyi daha bölünmeyi kapsıyor.

Mefhum kaypak olunca zaten tarihi birikimleri diğer bütün coğrafyalardan daha zengin (tabiî bu zenginlik bütün eksikliklerle bütün artıları iç içe kılmaktadır) olan Ortadoğu müphemin ve meçhulün vatanıdır Meriç’e göre... “Kin, öfke, hayal kırıklığı ve sonsuz ümidler.’’

Saklanan bu kâbuslar, kin, öfke, hayal kırıklığı ve sonsuz ümitlerin iç içeliğini eskiden anlamak pek mümkün olmazdı. Ama günümüz Ortadoğu’su her şeyiyle tam da budur.

Kan, kin, öfke, ümitler hep iç içe…

Herkes kendi ümidinde bin bir tuhaflıklar ve şaşkınlıklar yaşıyor.

Ve nice can alıcılıklar…

Ortadoğu’yu durultacak ve tekrar kendi benliğinde buluşturup bir dinginlik yaşatacak, ruh ve beden dikotomisini çözerek huzur iklimine ulaştıracak bir sulh ve sükuna ihtiyaç var.

Bu da Asrın idrakine söyletebilecek İslam’ın yeniden keşfi olsa gerektir.

Yoksa basit bir koalisyonu bile istikşafi görüşmelerle oyalama meselesi değildir mesele…

Keşfediciliği dirilişçilikte aramak gerek.

Pis menfaatlerin kollanmasında değil…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi