Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Niye Haklı Değiller?...

Niye Haklı Değiller?...

Umur Talu, zannediyorum benim başkanlığım zamanında Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yılın En İyi Gazetecisi Ödülünü kazanmıştı.

Ne yandaş, ne yanaşma, ne askerî vesayetin adamı, ne cemaate şirin gözükmeye çalışanlardan…

Bir de hoşuma giden bir tavrı, fikriyatı tamı tamına uymasa da bir meslektaşının başına bir iş geldiği zaman kendisini sıyıranlardan olmaması… Sabah gazetesinde yazarken değerli dostumuz Ömer Lütfi Mete atılınca Umur Bey de tepkisini ortaya koymuştu.

Bu, her gazeteci için normal bir davranış olması gerekirken elbette bugünlerde mercekle aradığımız bir hususiyet, meziyet, fazilet…

***

Adamın imam olmaktan başka bir artısı yok, milletvekili yapılmış. İktidar partisi liderine demediğini bırakmamış, ondan sora da pişkin pişkin sırıta sırıta saf değiştirip bu sefer iktidarın dümenine girmiş, eski dostu şimdi muarızlarına veryansın ediyor.

Adamın üç yüz kelimeden ibaret kelime hazinesi var; eçhel ötesi ebleh; ama köşeleri kapmış yıllardır cemaatin gazetesinde yazıyor, ondan sonra kalkıp pişkin pişkin yanaşma oluyor, bu sefer cemaate veryansın ediyor.

Al birini vur birine…

Adamın biri üstelik parti kuruyor; yani kitleleri peşinden sürüklüyor. Ne için? İktidarın alternatifi bir hareketin lideri olmak için. Yeni ümitler inşa ediyor. Üstelik de eleştirinin sınırı yok. Rakipleri kapitalist, kendisi sosyalist… Demediğini bırakmadığı liderin bu sefer en mutemet adamı oluyor. Bunların sadece vekil versiyonu yok, parti liderleri bile var…

Kamu oyu nasıl bir kamu ve nasıl bir oy ise hiç yargısı yok. Umurunda değil. Bu ahlâk çöküntüsünden isyanın haddi hesabı olmaması gerekiyor.

Ama hiç kimse isyan ahlakından nasibini almamış.*

O yüzden Umur Talu gibi kalemleri gözümüzün nuru gibi saklamalı, kollamalıyız.

Geçenlerde yazdığı yazı –ki her kelimesine imzamı atarım- basınımızın ve dolayısıyla siyaset dünyamızın hali pür melalini yansıtması bakımından anlamlıydı: 

“İnsanoğlunun mucizelerinden biri şu olmalı:

Mağdur ve mazlum iken daha ziyade zalim olmayı öğrenmek.

İçinde bir zalim beslemek.

Celladına özenmek. 

***

Elbette tüm mazlumlar öyle olmadı. Zaten tarih tamamen zalimlerden yana da akmadı.

Ama mazlumlar adına yola çıkmış nice “lider, örgüt, parti rejim” tamamen öyle oldu.

Despota karşı ayaklanandan diktatör…

Zalime isyan edenden yeni bir zalim…

Tahakküm edeni alaşağı edenden yeni bir hükümdar…

Mağruru yıkandan daha beter mağrur…

Kulağı geçip giden daha acımasız bir boynuz! 

***

Dünya tarihinde epey örneği var. Türkiye tarihi ise kaynıyor olmalı.

Tek partiye ayaklanandan tek parti, onu devirenden darbe hukuku ve sehpalar...

Darben idamlarına karşı durandan yeni darbede idamcı olmak…

Demokrasi diye ayaklanandan despotik örgüt yapıları…

28 Şubat mağdurundan koyu 28 Şubatçı…

Darbecilere söylenenden yeni otoriter düzen…

Kitle isyanından tek adam rejimi!

***

Fakat bunları biliyorsunuz. Belki yine bildiğiniz “medya tarihi”ne de böyle bakabilirsiniz.

Mazlumken zalim olanlar; ezilip yok edilmek istenirken ezip yok etmek isteyenler!

***

İçinden tanık olduğum 35 yılı kabaca özetleyeyim.

12 Eylül basını susturmuştu; ama basın susturucusuna âşıktı!

O yüzden özgürlüğü zaten zor idrak eden bir yapının kapısı bu

Ama şimdi konumuz birbirlerine ettikleri.

Hürriyet büyüktü; Günaydın çok satıyordu. Özal, 2.5 gazeteye indirmek için Asil Nadir’den medya imparatorluğu yaratmaya soyundu. Bugünkü gibi kısmetli ve o kadar da otoriter değildi; yürümedi.

O sıra Yeni Asır-Sabah İstanbul’da çıktı. Simavi Hürriyet’i onu batırmak, o da Hürriyet’i vurmak istiyordu.

Sonra ikisi müttefik oldu; Milliyet’i gömmek için bir gecede dağıtım şirketi vasıtasıyla bayisiz bıraktılar.

O sıra Milliyet patronu “mağdur, mazlum”du.

Can havliyle karşı darbesi Hürriyet’i satın alıp en büyük grup haline geldi.

Mazlum ve mağdur artık mağrurdu.

Yine birbirlerine diz çöktürmek istediler; DYP iktidarı veya karşıtı ANAP’a oynayıp.

***

Refahyol kurulunca bu kez büyük sermaye-büyük paşalarla birlikte ittifak kurdular; “ötekiler”in iktidarı, sermayesi, gazetelerine karşı.

28 Şubat’tan “para”militer koalisyon bile çıkardılar.

Sonra Sabah sallanırken bir zamanlar onun darbelerine karşı ayakta durmaya çalışmış yeni mağrur Milliyet (ve satın aldığı, ama kuyruğuna takıldığı Hürriyet) Sabah’ı yutmak için oyun çevirdi.

O ara Uzan onlara vuruyordu; onlar da onu yok etmek için yeni AKP iktidarıya işbirliği yaptı.

AKP’nin ilk yılları hala mağduriyet, mazlumluk, darbe tehlikesinin güvercin tedirginliği idi.

Çok gecikmedi; en son 28 Şubat’ın “mağdurlar”ı mağrur olmayı öğrendi.

Bu kez onlar, kendilerini hizaya getirmeye uğraşmış medyayı hizaya getirmek için “AKP-Cemaat ittifakı” pekiştirdi.

Sabah’ın eski sahibi yeni sahibine karşı, daha önce kendisini yutmak istemiş Hürriyet-Milliyet’le işbirliği yaptı; Sabah o sayede “iktidarın” oldu!

Böylece “bugün mağdur” sayılan Hürriyet vs. Grubu, öyle ya da böyle, iki rakip medya grubunu veya gazeteyi yok etmek için bu iktidarla işbirliği yapmış oldu!

Sonra hepsi bir ötekini yok etmek için uğraştı yine.

“AKP-Cemaat ittifakı” devri, başta Erdoğan, bütün heyeti “Paralel medya”nın yarı ortağı gibiydi.

***

Yakın dönemin ilk büyük gazete baskını geçen gün olan değil; şimdi “Paralel örgüt” denen aynı polisler vasıtasıyla, Milliyet binasında Radikal’in basılıp Genel Yayın Yönetmeni ve başkalarının da pasif refakatiyle bilgisayarların gözaltına alınmasıydı.

Bugün Bugün’de baskından yakınanların hatırlayabileceği kadar yakın tarih!

Fakat mazlumun zalim olma süreci bitmiyor tabii.

Mağrurlar da mağdur olabiliyor.

Ardından bu kez “Paralel medya”yı batırmak üzere hareket etti; tutuklu yöneticiler, basılan işyerleri, aranan patron.

Artık medyada iktidara (ve ortağı Cemaat’e) hoş görünmek için istihdam edilmiş veya kazınmışları, örneklerini saymıyorum.

***

Bu süreç içinde, ağaların, efendilerin pek ilgilenmediği tek şey…

Yani 35 yıldan bahsediyorum…

Bugün haklı olarak medyaya baskı denirken, önceki dönemlerde kafasına sıkılan, örgüt üyeliğinden içeri atılan, Basın Konseyi gibi beyaz medya örgütlerinin “bunlar gazeteci değil, terörist” dediği alternatif veya “marjinal” yayınların gazetecileriydi.

Sonra AKP de işi öğrendi; “bunlar gazeteci değil” deyip çıktı.

Gazeteci olanların bir kısmını “Bunlar artık gazeteci değil” durumuna soktu!

Evet ama yetmez” olduğu için, kendi medyası, katipleri, Havuz ördekleri de yetmedi; başkalarını işsiz, sessiz, güçsüz bırakmak için, saldırı-işten attırma-baskı, yayın sattırma, diğer işlerde sıkıştırma gibi ne kadar eski-yeni silah varsa ateşledi.

Bir zamanlar başkalarını vuran, batırmak, yok etmek, ezmek isteyenler mağdur ve mazlum olmuştu…

Bir zamanların mağdurları ise kibir ötesi mağrur, zalimliği bellemiş birer alim!

***

Tarihin en büyük cilvesi ve insanlığa en büyük ihanetlerden biri olmalı:

Mazlumken ne yapıp edip zalimliği öğrenmek!”

*İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu’nun kitabı. Aynı zamanda Fransa’da birincilik kazanan doktora tezi. Her aydına lâzım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi