Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Aklınızı Başınıza Alın

Aklınızı Başınıza Alın

Şehit ailelerinin feryatlarına, serzenişlerine, itirazlarına, şikâyetlerine, gözyaşlarına siyaset yaptığını, güya liderini koruduğunu zannederek müdahale eden ve zaman zaman da hakarete varan akıl vermelerde bulunanları uyarmıştık. 

Cübbeli Ahmet Hoca da bizi teyid etti. Şehit yakınlarının bırakın itirazlarını, şikâyetlerini, serzenişlerini hatta kötü konuşmalarını bile mazur görmemiz gerektiğini yazdı, söyledi.

Dünkü Vahdet’teki köşesinde şöyle yazdı Hoca:

“Allah-u Tealâ Şehit Yakınlarının Kötü Konuşmalarına Müsaade etmiştir. 

Şehit ailelerine çok müsamahalı davranmak, onların acılarını derinden paylaşmak, onlarla görüşüldüğünde çok saygılı, hürmetli, izzetli davranmak gerekir. Şehit yakınları zulme uğradıkları için bunların PKK’ya terör örgütlerine, katillere, sebep olanlara, bunları destekleyenlere karşı kötü konuşmalarına Allah-u Tealâ müsaade etmiştir.”

Nisa Suresi’nden ayetlerle konuya açıklık getiren cübbeli Ahmet Hoca, ayrıca hadislerden de örnekler verdi. “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez, ancak zulme uğrayanlar müstesna” ayetini hatırlatan Hoca; “Zulme uğrayanın bedduasından kaçının!” hadis-i şerifini de izah etti. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur. 

Hoca bir önceki gün de bir rüya gördüğünü ve o rüyasında şimdiki makamlarda dipçikli askerlerin oturduğunu bildirdi.

Açıkça uyardı: Darbe yahut ihtilal…

Darbelere başından beri karşıyım.

Fakat bu toprakların ve İslâm’ın kalplerde bir ihtilal yaratmak demek olduğunu kim bilmez…

Liberal medyamenlerin maniplasyonu ile ihtilalcilikten uzaklaştırılan İslam felsefesi çağın bütün çürümüşlüğüne duçar oldu ve böylece bütün İslamcı siyasetler çürüdü.

Fakat Elmas Yıldırım’ın hepimizi zamanında saran şu haykırışına gönlümüzü yaslamıştık:

“İhtilal isteyirem mukaddes bir ihtilal!…”

“Karanlıkta gözlerim dikilmiş ufuklara,

Bir fırtına sesi var, bulutlar gökte dal dal,

Açmış doğu bağrını sökecek şafaklara,

Kop ey deli fırtına, râşeni gönlüme sal,

İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..

Doğan güneşle kopsun bir akın velvelesi,

Görünsün kan köpüklü kısrakların yelesi,

Bitsin esir Türklüğün, bitsin artık çilesi,

Ne zincirli bir Kafkas, ne kan kusan bir Ural,

İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..

Savrulsun ummanlara gövde, bacak, bilek, baş;

Yere geçsin Kremlin, kalmasın taş üstüne taş,

Hür İnsanlık uğruna başlasın kutlu savaş,

Vakit gelmiş ey zaman, bir ölüm şarkısı çal,

İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..”

Evet, darbeciliğe karşıyım. Hak’tan inen bir ihtilal ateşinin bütün nefislerimizi sarmalamasına ise hiç itiraz edemem.

Şimdi herkes kekeme olmuş, hakikati haykıramıyor. Darbeci derler diye sinmiş bütün millî haslet sahibi olanlar… hiç öyle şey olur mu? Milliyetimiz, millî varlığımız ayaklar altına alındığında, İslam güneşi boğdurulmak istendiğinde, Allah’a adanmış bu Anadolu mayası yok edilmenin eşiğindeyken susmak, durmak; darbeci diyecekler diye mankurtlaşmak doğru olabilir mi?

Evet, ‘Doğu’, o büyükdoğu doğmalıdır artık. İhtilalse ihtilal…

Adam gibi ama…

Öyle Eylül’ler, Mart’lar, Şubat’lar gibi değil… Ocaklar gibi… 

Darbeye ve darbeciliğe karşıyım, mutlak!

Öyle yeni yetmeler gibi göstermelik karşı oluş değil bu…

Direnme ve hapislerinde yatma, işkencelerinden geçme, zindanlarında, kafeslerinde çile çekme pahasına…

12 Eylül’de biz yattık. 

28 Şubat’ta Çevik Bir’le biz kavga ettik. 

12 Eylül’ün gazetesi Sabah gazetesi ekibi gibi ihtilal borazancılığı yapmadık. İhtilal konseyinin kararı ile gençliği depolitize etmek üzere görevlendirilmedik. Gençliği spora ve sekse yöneltmek ve böylece siyasetten uzaklaştırma programına alet olmadık. Erkek ve Bravo dergilerini çıkarmadık.

Bunları çıkaranlar şimdiki darbe sürecinin de mimarları…

Demek ki 12 Eylül devam ediyor ve o dönemin kalemşorları şimdi de İslamcıların çıkardığı gazetelerde yazıyorlar hala ve televizyonlarında konuşabiliyorlar…

Onlar şehitlikle ve onların davalarıyla dalga geçiyorlar.

Onlar şehit ailelerine hakaret ediyorlar.

Onlar PKK’nın ölülerini daha önemsiyorlar…

Yeni Şafak’ta da var onlardan…

O zat da Hıncal abisinin eteğinden tutmuştu bir zamanlar. Engin Ardıçlar, Emre Aközler, Altanlar ve diğerleri gibi… Doğu Perinçek’ten devşirilen kalemler ihtilal döneminde gençliği depolitize etmek üzere ihtilalciler tarafından görevlendirilmişlerdi.

Bunların iktidarları, saltanatları sürüyor hâlâ…

Şimdi suçu artiste atıyor.

“Kadir İnanır’ın girişimiyle akil insanlar heyeti olarak çağrı yapmıştık” diyor.

Hala kendilerinde haklılık payı arıyorlar.

Akillerin ne kadar sakil durduklarını anlamayan var mı?

Bunu kör ninem bile anladı.

Saray bile artık prim vermiyor onlara…

Fakat sarayda da bir kafa karışıklığı olduğu, sapla samanı karıştırdığı belli. Silah bırakmayı çözüm yolu sananlar kandırıyor bizi… Katile diyorsun ki: “silah bırak!…” Daha doğrusu onu da demiyorsun, ağzında geveliyorsun: “Beraber bırakalım filan” dediğini zannediyor… O da diyor ki; “ya pışık niye bırakacakmışım? Sen devlet terörü uyguluyorsun.” Hemen yanı başından koro yükseliyor: “Canım Siyasete dönelim yine…” 

Olan şu: Terör Örgütü IŞİD gibi uluslararası istihbarat örgütlerinin içinde cirit attığı herhangi bir devletin silahlı gücüne sahip kanlı bir yapı ve ne yaparsan yap; acizliğinin bedelini sana pahalıya ödetmeye kararlı…

Adam dünyanın bütün ordularında bulunan donanımdan daha büyük donanıma sahip ve kararlı bir şekilde savaş stratejisi yürütüyor.

Sen karşısında komiklik yapıyorsun. Terörist de kıçıyla gülüyor hepimize… Tuzaklarına yenilerini ekliyor. O maşaları kullananları bile göremiyorsun. Böyle devlet yönetmek olmaz. Yeter artık. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!..

Hâlâ silah bırakmanın tek çözüm olduğunu vurgulayanların bir kısım medyada kendi çalıp söylemesini anlayışla karşılayabiliriz lakin devlet adamlarının bu acizliğe sarılması anlaşılır değildir. 

Hâlâ Cumhurbaşkanının demecinden bu başlığı çıkarıp gazeteye manşet yapanlar var. 

‘Tek çözüm silah bırakmakmış…’

Bari ‘buzdolabına sakladığınız çözüm süreci’ni de ısıtın yeniden…

Hoca’nın rüyâsının gerçekleşmesi için her şey müsait…

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gerekçelerine bir bakın…

Bugünkü gerekçeler onlardan geri kalır mı?

Daha doğrusu o darbelerin gerekçeleri ne kadar lüzumsuz, çürük, basit kaldı bugün..

Bugün vatan tehlikede..

Bugün gerçekten bölünme eşiğindeyiz.

Bugün gerçek bir iç savaş yaşanıyor.

Ne çözüm süreci, ne buzdolabı, ne şu ne bu…

Aklınızı başınıza alın!..

Belâ öyle bir geliyor ki, hepiniz toz duman olacaksınız.

Bizden söylemesi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi