Kurban ve İhmalin Ölümü!
Kurban, Allah’a yakınlaşmanın bir yolu ve yöntemidir. Vakti ve belirlenmiş hayvanın kurban edilmesiyle, ibadet gerçekleştirilir. Kurban kesen her inanmış bilir ki, kestiği kurbanın, ne kanı, ne eti ne de hiçbir şeyi Allah’a ulaşmaz. Yalnızca kesen, niyet eden inanmış, irade, akıl ve itaat sahibinin samimiyeti, teslimiyeti ve niyeti ulaşır. Yani takvası. Metafizik bir boyuttur ibadetin kazandırdığı. Maddenin ötesine geçiştir. Belirlenmiş bir vakit ve belirlenmiş hayvanlardan birisinin kesilmesi önem arz eder. Belirlenmiş, şeran kesilmesi uygun görülmüş; keçi, koyun, deve, sığır gibi çift tırnaklı hayvanlar kast edilmektedir.
Kurban; dünyayı elinin tersiyle itme, metafizik bir algıyla ötelere gitme denemeleridir ve bu yalnızca kurban günlerinde gerçekleştirilir. Diğer günlerde bunu yaşama şansınız yoktur. Yılda bir defa kurban keserek nefisten, dünyadan, sevdiklerinden vaz geçiş denemesi, provasıdır. Kurban kesmenin hükmü vaciptir. Büyük İslam Coğrafyası, Kurban günlerinde, haccın mebrur olduğu Arafat’ta, vakfeye durularak gerçekleşen ve şeytanın; yani nefsin, yani günahların, yani kapitalizmin, yani emperyalizmin, yani siyonizmin taşlanarak dünyanın bir kez daha hiçliğini ifade eden bir vacibiyettir. Veda tavafıyla Kabe’ye son görev yapılarak kurbanlar bayramın ilk üç gününde kesilir.
Kurbanın sevabı, ebed yurdunda beklenir. Kurban vakti, Arafat’tan Müzdelife’ye geçiş ve oradan Mina’da şeytanın taşlanmasıyla her yıl tekrarlanır. Allah’ın rızasına yönelik bir ibadettir. Allah’tan başkasına kesilen hayvanın eti yenmez ve haramdır. Hicretin ikinci yılında kurban bizlere vacip kılınmıştır. Müslim ve Nesai’nin naklettiği bir Hadisi şerifte efendimiz şöyle buyuruyorlar; “Allah’tan başkası namına hayvan kesene Allah lânet etsin.”
İlk insandan bu yana kurban, insanoğlunun hep gündeminde olmuştur. Her zaman şöyle ya da böyle kurban törenleri gerçekleştirilmiştir. İslam’a göre bir kişinin kurban kesebilmesi için; akıllı olması, buluğ – ergenlik çağına gelmiş olması, dinen zengin sayılabilecek bir malın, varlığın, paranın sahibi olması ve misafir olmaması yeterlidir. Dinen zengin sayılma miktarı ise, 80 gr. altın ya da bunu karşılayabilecek miktarda parası olandır. Dolayısıyla Kurban ibadeti, insanı disipline eder, ibadete yönelterek metafizik bir alanın varlığını duymayı, hissetmeyi ve içinde kalmayı öğütleyerek yılda bir defa tekrarlayarak kişinin kendisini gözden geçirmesini sağlar.
Asıl itibariyle kurban kesmek demek, nefsimizden, sahip olduklarımızdan vaz geçmek demektir. Nefsin kurban edilişidir. Gönlün, yılda bir defa ölüme boyun eğerek hayatı daha dikkatli, anlamlı yaşamasının sağlanılmasıdır. Fedakârlık edebilme talimidir. Oğlu İsmail(as)’i kurban etmek durumunda olan İbrahim peygamberin sınavı geçmesiyle koç kesme armağanının bütün insanlık için ibret alınması gereken bir sahnedir. Bunu her yıl tekrar ederek yaşamak, hissetmek, ödülün karşılığında kulluk bilincinin ve şuurunun sürekli olmasını sağlamaktır.
Hac suresi 35. ayette şöyle buyruluyor; “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.”
Avlarlı Lütfi Efendi’ye ait olan dörtlükler oldukça anlamlıdır.
“Can bula cananını
Bayram, o bayram ola
Kul bula sultanını
Bayram, o bayram ola
Hüsnü keder def ola
Dilde hicap ref ola
Cümle günah af ola
Bayram, o bayram ola..”
“Bayram, o bayram ola”; içinde bulunduğumuz dünya, savaşların dünyası, zulümlerin, sürgünlerin, istilaların, isyanların dünyasındayken, bayram yapabilmek ne kadar mümkünse o kadar yapabiliyoruz. Irak’ta yıllardır yaşananlar ve ardından Mısır, Libya ve Suriye’den göçe zorlananlar, yerlerinden yurtlarından edilenler, kaşla göz arasında Kırım’ın ilhak edilmesi ve yarım yüzyıldır sürüp gelen Filistin Müslümanlarının sapan taşlarıyla yeryüzü insanlığına öğrettiği bir direniş öyküsü unutulur gibi değildir. Mescid-i Aksa, yüreğimizde gökyüzündeki ay gibi her zaman duruyor.
1990 yılında rahmetli Annemi Hacca götürmüştüm. Biraderim Halim Garip de o yıl Hac’da bulunuyordu. El-Muaysem tünelinde yaşadığımız faciada tahmini 8.500 kişi vefat etmiş, şehit olmuştu. Gecikmeli olarak döndüğüm Hac yolculuğu sonrası “Yeni Sıla” dergisinin 4 ve 5. sayılarında bir söyleşi gerçekleşmişti. Bayramın 1. günü aldığımız haberlerde yine aynı gün ve Mina’da gerçekleşen olayın Suud Hükümeti’nin Hac Bakanlığı yetkililerinin ihmallerle dolu olduğundan kuşku duymuyorum. 700 küsur hacı kardeşimizin, ihmallerden dolayı ebedi yolculuğa çıkmaları hafızalarda unutulmayacak acılar yükledi. 1990 yılı nasıl unutulmamışsa bu da unutulmayacaktır. Yeni Sıla’da yapılan söyleşi aynıyla bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bu izdihamı, faciayı, hac ibadeti için gelen Müslümanlar asla bir daha yaşamamalıdır. İbadet yapan Müslüman, emin olarak ibadetini yapabilmelidir. Emin Belde’de olan bu olaylara karşı, daha duyarlı olmak icap ediyor. Bu, İslam ülkelerinin ortak ödevidir. Hac organizasyonu, bütün İslam ülkelerinin ortak ittifakından oluşan bir komisyon tarafından yürütülmelidir. Bilinçli olmak, şuurlu olmak, ibadeti bir bilinçle yapmak gereklidir. Hac ibadeti zorluklarla dolu olan bir ibadettir. Bu konuda yetkililer alınması gereken tedbirleri mutlaka almalıdır. Unutulmamalıdır ki; “Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir…”
Filistin direniyor. Mescid-i Aksa’da yaşanılanlara karşı, Suriye’deki katliama karşı, dünya insanlığı sırtını dönüyor. Avrupa ülkeleri sırtını dönüyor. Amerika sırtını dönüyor. Müslüman ülkeler sırtını dönüyor. Rusya ölümü tetiklemeyi sürdürüyor. Şimdi sormak gerekiyor “Bayram, o bayram ola” nasıl olacak? Nasıl ümmetin acıları dünyayı inletirken, kanları dökülürken, yalnızca Türkiye duyarlılık gösterirken, yalnızca Recep Tayyip Erdoğan ve yalnızca Ahmet Davudoğlu Mescid-i Aksa’nın, Filistin’in, Suriye’nin, Arakan’ın, Afrika’nın, Doğu Türkistan’ın, Kerkük’ün ve bütün mazlumların yanında dururken dünya liderlerinin sinsiliğini tarih, asla affetmeyecektir.
İnsanın özgürlüğü her şeyin üstündedir. Sınırların, vizelerin kaldırılması gereken bir dünyada sınırlarımıza yığılan Muhacir kardeşlerimize gösterdiğimiz Ensar’lık ödevi, bizim imtihanımızdır. Türkiye’nin sınavıdır. Oysa bütün insanlık bu sınavla sınanmaktadır. Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisine yakışanı yapmaktadır. Tarihten devraldığı, inancından devraldığı ödevi, yerine getirmek için canını feda eder ve yapması gerekeni dün nasıl yaptıysa bugün de öyle yapar ve yapmaktadır. 25 yıl önce yazdığım “Filistin’e Ağıt” şiirimden kısa bir bölümle sözlerimi noktalamış olayım;
“Bir şehrin kaybolan haritasında çocuk ölmüştür
Ölmüştür el ayak takımı, cümle şehirli
Bitmeyecek bir savaşın ruhunda ateş yakılmıştır
Hiç bitmeyen sevgilinin
Burak’tan kalan hatıraları armağandır insanlığa
Bu şehir, bu memleket, bu toprak bizim
Kör olası şeytan, kör olası mendebur ihanet
Tuzaklarında şımaran, kuduran nefis
Bil ki Tevrat’ın, İncil’in ve Zebur’un üstüne
Kelamı Kadim’in, Habipi Kibriya’nın üstüne
Bu coğrafya, bu tarih, bu uygarlık bizim
Şimdi yeniden bir aşka tutulsaydım
Genç atlarımla yeryüzüne dağılsaydım
Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün başında taç olsaydım.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.