Partiler Şehirlerimizi Kirletmesinler
SAYIN BAŞBAKAN’IN TEKLİFİNİ DESTEKLİYORUM
diğer partiler genellikle evet dediler.
Bu Türkiye için iyi…
Tek madde beni ilgilendiriyor.
O da çevre duyarlılığı olan madde.
Seçimlerde etrafı fazla kirletmeme kararı
almışlar.
İyi yeterince beynimizi kirlettiniz
zaten.
Kalbimizi de…
Bari şehirlerimizi kirletmeyin o kadar.
Gerçekten de her seçim bir kirlilik meydana getiriyor.
İnsan giderek kirleniyor.
Her seçim seçmeni bile kirletiyor.
Siyasi partiler üçkâğıdın her türlüsünü öğreniyorlar.
‘Adaylar nasıl yolunur’dan ‘parti paraları nasıl iç edilir’e kadar bin bir tezgâh, bin bir hile…
Bu seçimde Sayın Başbakan’ın teklif ettiği şeyleri yabana atmamak lazım.
Özellikle çevreyi tahrip etmeyelim
uyarısını…
Bence çevre bilincini artırmak, iklim değişikliğine hazırlanmak, toprak ve su kanallarını muhafaza etmek ve geliştirmek, erozyonla mücadele etmek, şehirlerimizi şu iğrenç yapılaşmalardan kurtarmak bütün davalardan daha yüksek bir davadır.
Seçimlerde bundan sonra tuhaf tuhaf yüzlerin boy boy afişe edilerek çevreyi kirletmesine artık izin vermememiz gerekiyor.
Partiler yetim malı devlet hazinesinden aldıklarıyla sokaklarımızı kirletiyorlar. Ruhlarımızı, beyinlerimizi kirlettikleri yetmezmiş gibi şehirlerimizi aday suretleriyle kirletiyorlar.
Bundan böyle partiler devlet hazinesinden yardım almasınlar.
Yetim malı yemesinler.
Şehirlerimizi kirletmesinler.
SALI akşamı İstanbul’da Kafes’in galasındaydık.
On binlerce arkadaşımdan, gönüldaşımdan özür diliyorum. Aslında bu on binleri konuk edecek bir sinema salonu keşfedilmedi henüz. O yüzden galaya gitmeyi düşünmüyorum demiştim. Öyle ya en fazla bin kişi alır sinema salonları, peki on binlerce dostumuz galaya davet edilmediği için darılmayacak mı? Böyle düşünüp ben de komşularımla sinemaya gidip izleyeceğim diye duyurmuştum.
Ama yapımcı Yasemin Hanımı kıramadım.
İstanbul’a gittik ve galaya katıldık.
İyi de oldu.
Ülkücü hareketi bir arada gördük.
Oktay Vural, Atilla Kaya, Erdem Karakoç, Azmi Karamahmutoğlu, Asri Karaarslan, Servet Avcı, Mahir Damatlar, Ramazan Akgün, Recep Küçükişsiz, Yeniçağ gazetesinin sahibi değerli dostum Ahmet Çelik ve daha onlarca ülküdaşımızı buluşturan Yapımcı Yasemin Hanıma binlerce teşekkür ederim.
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ve diğer bütün partili kardeşlerime de şükranlarımı sunarım.
Sinan Ogan’a, Coşkun Çokyiğit’e, babası dahil bütün ekibini getiren gerçek bir Asena Hilal Kalafat’a, Dulkadiroğulları’nın medarı iftiharı Füsun Nemutlu Hanımefendi’ye, beni İstanbul’da yalnız bırakmayan hısım akrabalarıma, değerli hemşehrilerime de… Ve Vahdet’imizden Batuhan Çolak’ımız ve sevgili eşine de…
İlhan Kesici ile Meral Akşener ise mazeretlerini belirttiler, onlara da sonsuz teşekkürler.
İsmini buraya yazmadıklarım unuttuğumu sanmasınlar, yer darlığı nedeniyledir.
Hepsine sonsuz minnet duygularımı arz ederim.
Kafes’te geçen karakterler gerçek hayattan alınmıştır. Ama tamamen kurgudur. Yani hiç kimse filmdeki karakterlerden yola çıkarak herhangi bir yorum yapmasın. Filanca kimdi, kimi temsil ediyordu gibi…
Burada aslolan simgelerdi. Eller silah değil kalem tutmalı gibi… Silahı kendini vuracak gence bırakması gibi… Bekle mesajı gibi. Elif’in seksen sonrası kimvurduya gitmesi gibi. Absürdizm yani…
Kafes’te sinematografi olarak daha çok bazı simgelerin üzerine gidilmesi daha doğru olur kanaatindeyim.
12 Eylül sonrası ilk 12 Eylül romanını ben yazmıştım. Sonra onu bütün kuşağımıza ithaf ettim. Benim olmaktan çıktı. Geç de olsa şimdi artık Mehmet Önal’ın Efsane’si gibi, Naci Bostancı’nın Hayatın Kıyısına Düşen’i gibi, Adnan Şenel’in Elma ve Bıçak’ı gibi, Emine Özgenç’in Eylül 12’den Vurdu’su, Veysel Tekelioğlu’nun Vurgunum’u, Dursun Kuveloğlu’nun Koyu Gri Seneler’i gibi kitaplar yayınlandı.
Otuz yıl sonra Kafes sinema filmi oldu. Gerçi bu hikâyeyi yeni yazdım ama olsun, Kafes’ten izler taşımıyor değil.
Şimdi yeni romanlar çıktı şükür.
Belki onların da filmleri yapılır. Onlar da beyaz perdeye aktarılır, inşallah.
Gönül ister ki o kuşağın daha çok eseri ve filmi olsun. Kıskançlık kötü bir şey.
Ve fitneyi uyandırmak…
Siz de yapın, daha iyisini yapın.
Herkesin hayatı zaten romandır bu ülkede. Herkesin hayatından filmler çıkarılabilir. Kötü mü?
Mehmet Sipahi ben değilim. Mustafa da Mustafa Pehlivanoğlu değil. Bu bir kurgu ve simgesel değerler taşıyor.
Başbuğ’u görmek isteyebilir filmde herhangi bir ülkücü. Ya da ne bileyim filmin baştan sona bir Muhsin Başkan filmi olmasını hayal etmiş olabilir. Kafes’in elbette böyle büyük bir iddiası yok. O basit bir ülkücünün aşkını ve vatan sevgisini aktarıyor. Yıllarca beyaz perdede horlanmış ülkücüyü tanımaya, tanıtmaya çalışıyor.
Onun da insan olduğunu, onun da sevenleri olduğunu, onun da sevdiğini anlatmak istiyor.
Bir haksızlığı ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Ama hala sinema sektörü Kafes’e o bildik, alışıldık kötülüğü yok saymayı devam ettiriyorlar.
İnanıyorum ki ülkücüler ve hak severler bu kumpası kıracaklar. Bu aforizmayı ortadan kaldıracaklar. Bu ambargoyu yıkacaklar.
Şu da ortada ki, ilk defa böyle bir sinema filmi yapılıyor olmasına rağmen, yani karşı taraflara bir taarruz beklenirken, daha önce ülkücüleri kötü, nobran, kaba, sevgisiz gösterenlere karşı bu film aynı tuzağa düşmüyor. Solcuları bir önyargı ile yargılamıyor, ötekileştirmiyor. Hatta denebilir ki Kafes, bütün bir 12 Eylül dramını ve bütün bir gençliğin başına gelenleri anlatıyor.
2 Ekim’de Kafes sinemalarda…
Haydin sinemaya…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.