Bir Dergi: Köroğlu
KÖROĞLU handiyse bütün Türk dünyasının ortak kahramanıdır.
Cemal Meriç, ‘her kavmin bir Ulyis’i vardır; senin Ulyis’in hangisi’ derken aslında biraz da kendi kavmine haksızlık yapmış, belki de unuttuklarını hatırlatmak istemiştir.
Bizim çok Ulyis’imiz olmalı.
Mesela Köroğlu, bizim bütün kültür coğrafyamızı kuşatan Ulyislerimizin başında gelir.
Neden Ulyisimiz yokmuş?
İşte Goroğlu, Göğroğlu, Köroğlu bütün Türklük âleminin karakter abidelerinden biridir.
Nâmı cihanı sarmıştır.
Şimdi Köroğlu adında bir dergi çıkıyor Türkiye’de.
Yıl 1, Sayı 1 ifadesini severim.
Yani ki ilk sayısı elimde demek.
İsmi gibi dergi bütün Türk dünyasına hitap ediyor.
Tıpkı Kardeş Kalemler gibi…
Böylesi dergilerin çoğalması şart.
Yoksa ortak kültür coğrafyamız demek bir lakırdıdan ibaret kalır.
Zaten dergide sunuş yazısında ‘Adriyatik’ten Çin Seddine, Deşti Kıpçak’tan Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafyayı vatan edinen aziz milletimizin söz ve sanat ustalarını, edebî cevherlerini siz kıymetli okurların görüşlerine sunacağız’ demektedir.
‘Köroğlu Anadolu’dan Azerbaycan’a, Balkanlara, Irak Türkmeneli, Halep, Bayırbucak, Telabyad, Türkmenistan, Horasan, Türkmensahra, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a kadar geniş bir coğrafyada at oynatmış destanları söylenmiş bir kahraman. Kazak bozkırında küy olmuş Köroğlu, Bolu dağlarında nara.’
Dergi editörü dergiye Türk dünyasının büyük kahramanının ismini verdiklerinden gurur duyduklarını söylüyor.
Adem Yeşil, Ömer Küçükmehmetoğlu’nu Kardeş Kalemler’den tanıyoruz.
Nermin Öztürk’ün dergiye ayrı bir ruh ve tashihat vereceğine kuşkum yok.
Bu ilk sayıda hemen bütün Türk ülkelerinden esintilere yer verilmeye çalışılmış. Muhtar Şahanov, Ganira Paşayeva, Mikail Müşvik, Alıkul Osmanov, Reşit Akif Hürmüzlü, Marsel Gafurov, Ayten Tehmasib gibi farklı diyarların ortak kültür gergefi şiirleriyle bir bir dokunmuş dergide.
Türk dünyasının bu yeni ortak sesini yayın hayatımıza girmiş olmasından ötürü kutluyoruz. Başarılar diliyoruz.
Kafes’teki Şifreler
KAFES filmini izleyenler soruyorlar.
“Şu kimi temsil ediyor, şu rol ile kastedilen ne; filan gerçek hayatta kimin karşılığı” filan…
Gerçekte roman da, sinema da kurgudur.
Kahramanlar gerçek hayattan alınsa bile sonuçta beyaz perdede de, roman sayfalarında da okuyucunun hafsalasındaki kadardır. Bir edebî eserde veya yedinci sanatta kurgulanan hayatlar artık yepyeni bir hayattır ve kişiler de apayrı kişiler.
Kafes’te İhsan Başkan bütün başkanları temsil eder ama belli ki Muhsin Başkan ile daha çok özdeşleşmiş.
Ben bu kadar işkence sırasındaki küfre tahammül edemem ama yönetmen ile senarist uygun bulmuş. Aslında hoşuma gitmedi bu. Ne diyelim işkence sırasında da insanlar şirazesinden çıkar elbet.
Kafes sinema dilinde bana göre bir takım yeni şeyler söylüyor.
Roman yayınlandığında da Ahmet Kabaklı merhum, İtalya’da başlayan Yeni Roman akımının Türkiye’deki öncüsü diye 1983 yılında çıkan Tercüman gazetelerinden birinde benim Kafes romanını taltif etmişti.
Bu filmde de bazı şifreler var.
Bunların başında “Bekle” mesajı geliyor.
Niyazi Mısrî’nin aşk şifreleri de filmin özünü teşkil ediyor.
Mehmet Sipahi’nin kendisini öldürmeye planlanan zavallı solcu gence silahını uzatıp, “hadi vur beni” deyip teslim etmesi de bir şifre… ‘Eller silah değil kalem tutmalı’ diye başlık atan bir dergici için dâvâ, bilhassa silahı verip kaleme meylettirme davranış
kodudur.
Bunda anlamayacak ne var?
Bazı eski kulağı kesik dostlar, kahramanlar “nasıl olur bu, bir ülkücü silahını nasıl verir” diye şikâyet ediyorlar. Fakat şifreyi izah edince de, ‘tamam reis anladık’ diye mayalarının dilini çabucak kavrıyorlar.
Bu da bana yetiyor.
Ben boşuna bu toprakların hasbî gençliğinin filmini yapmaya kalkmadım.
Onlar hemen her 12 Eylül dönem filminde kaba, nobran, kötü, sevgisiz, robot gibi tipler olarak algılatılmaya çalışıldı.
Onların da bir annesi, babası, seveni olduğu hep ihmal edildi.
Filmin bir şifresi de Albert Camus’nün absürd felsefesinde olduğu gibi saçma bir ölüm, bir cinayete kurban gidiş…
Mehmet Sipahi ile Niyazi Mısrî’nin kadim aşk tarifinde buluşan Elif, 80 sonrası herhangi bir sokakta bir kapkaççının kurbanı oldu.
Bu saçma bir ölümdü. Bir bıçak ve sıcacık gövdesine saplanan demirin soğuk yüzü… Saçma bir ölümle aşkın bitişi ya da ebedileşmesi…
Meşhur General Patton büyük savaşlar kazanan bir asker, sayısız bombalamadan, suikasttan kurtuluyor. Sonra bir at arabasının altında kalıyor, saçma bir ölümle…
Kafes’i seyredenler, bilsin ki, bu tutunamayanların dramıdır. Bu film, evladı hapislerde çürüyen annelerin gözyaşına tercüman olmak için bir vesiledir. Kafes, gerçek hürriyeti arayanların gönül kafesleridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.