Gazete Patronları Siyâsete Müdâhale Eder mi?
Etmezse gâriptir. Çünkü basın târihimize bakınca, gazetelerin siyâsete müdâhale etmek için kurulduğu; siyâsetle iç içe olduğu, bâriz bir şekilde görülür. İlk özel gazete olan Ceride-i Havâdis, yarı resmî bir gazeteydi ve devletten destek görüyordu. 1840’da İngiliz William Churchill tarafından çıkarılmaya başlandı. Osmanlı ekonomisini İngilizlere
teslim eden Baltalimanı Antlaşması’ndan sonraki yıllarda çıkan bu gazete, İngilizlerin çıkarlarına hizmet etmek için kurulmuştu. Basın târihimizde yüzde yüz özel teşebbüsle kurulan ilk gazete Tercümân- ı Ahvâl’dir. Kurucuları
olan Agâh Efendi ve Şinâsi, zengin olmamalarına rağmen gazeteyi basabildiler. Agâh Efendi, siyâsetin ve bürokrasinin içinde olan biriydi. Nâzırlığa kadar yükseldi. Fazla satışı olmadığı hâlde yayın hayâtına
devam eden gazeteden, daha sonra ayrılan Şinâsi, Avrupa’ya gitti. Ülkeye döndüğünde, her nasılsa tek başına gazete çıkaracak maddî güce erişmişti ve Tasvir-i Efkâr’ı çıkartmaya başladı. Yâni, bizde gazeteciliğin başlaması, siyâsete hizmet içindi; fikre hizmet, sonra geliyordu. 19’uncu asırda Osmanlı yönetiminde, tenkit edilecek çok
mesele olduğu bir gerçek. Ama, kimin, neyi, kim için tenkit ettiği karmakarışıktı. Gazeteler, sosyal, kültürel bir projeden ziyâde, batılılaşma projesi idi ve maalesef iyi niyetli olsalar bile Şinâsi ve Ziyâ
Paşa gibi toplumcu insanlar, Osmanlı düşmanlarının oyunlarına âlet oldular. Ermeni Filip Efendi’nin çıkardığı
Muhbir Gazetesi’nin başyazarı Ali Suâvi, Avrupa’ya kaçınca kapatılan Muhbir gazetesini yeniden çıkarmaya
başladı. Bu seferki patronu ise Mısır Hidivliği’nden dolayı pâdişâha düşman olan eski nâzırlardan Mustafa Fâzıl Paşa idi. Ancak Fâzıl Paşa, yeniden saraya yaklaşmak istediğinden Ali Suâvi’nin sert yazılarından rahatsız oldu ve
maddî desteği bitirdi. Avrupa seyahati esnâsında pâdişah ile arayı düzeltince de İstanbul’a döndü. Paris’teyken,
Sultana, “Padişahların saraylarına en zor giren şey doğruluktur.” ifâdesi ile başlayan bir mektup yazan Fâzıl Paşa, 1870’de tekrar nâzır olup saraya girdi. Ali Suâvi ise Muhbir’den sonra başka gazetelerde yazdı. Affedilip yurda dönünce saraya yanaştı. İkbâl basamaklarını tırmandı. Ancak, Galatasaray Sultânîsi Müdürlüğü görevinden alınınca saraya düşman oldu. İngilizlerin kışkırtması ile saray basıp darbe yapmaya kalkan Ali Suâvi, ölmeden evvel Basiret
Gazetesi’nin de başını yaktı. Basiret, Alman taraftarı idi. O kadar taraftarıydı ki Alman-Fransız savaşındaki desteğinden dolayı Bismark tarafından ödüllendirilmişti. Ali Suâvi, 20 Mayıs 1878’de saray basmadan önce, 19 Mayıs’da Basiret gazetesine şöyle bir îlan verdi: “Herkes ve hep evrâk-ı havâdis (gazeteler) hâl-I hazırın (mevcut
durumun) tehlikesinden bahsetmektedirler. Hakk-ı âcizânemde mevcûd olan emniyet-i ammeye mebnî (kamunun şahsıma duyduğu güvene dayanarak) söyleyeceğim şeyi herkesin dinleyeceğine şübhem yoktur. Müşkilât-ı hâzıra
(içinde bulunulan zorluklar) pek büyüktür, lâkin çâresi pek kolaydır. Yarınki nüshanızda bu çâreyi kısacık
şerh ve beyân edeceğim. Bugün bu mektûbum, yarınki neşre enzâr-ı umûmiyeyi celb (Kamunun dikkatini çekmek) içindir.” Ali Suâvi, Çırağan Sarayı baskınında öldürüldü. Mektubunun yayınlandığı Basiret Gazetesi ise baskınla alâkası olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Kimi zaman patron iktidarla uzlaşıp yazarını çizdi; kimi zaman, yazar ileri gidip patronun başını yaktı. Gazetecilik târihimiz, siyâsetle, darbeyle, iktidarla iç içe başladı. Hamuru böyle yoğruldu. Siyâsetten
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.