Kültür Şehri: Kırşehir
Türkçeyi büyük bir inançla savunup Türkçe şiirleriyle edebiyatımızın ölmezleri
arasına katılan Âşık Paşa; İslâm hukuku, gökbilim, felsefe-tasavvuf âlimi Caca
Bey; kardeşliğin adını felsefesiyle cümle âleme duyuran Ahi Evran ve
Türkmen/Abdal geleneğinin son temsilcisi Neşet Ertaş’la anılan bozkırın
ortasında kültür ve sanat merkezi özelliğine sahip, ‘Kadıköy’e köy diyemedik’
mısraı ile konu edindiğim şehirden bahsedeceğim.
Selçuklu döneminde Kılıçaslanoğlu Keyhüsrev zamanında Kırşehir beyi
Cacaoğlu Emir Nurettin tarafından 1272 yılında gözlem evi medrese olarak
yaptırılmış, sonradan camiye çevrilmiş olan Caca Bey medresesi minaresindeki
mavi çiniler nedeniyle halk arasında “Cıncıklı” camii adı ile tanınmaktadır.
Kesme taştan yapılmış medrese kare planlıdır. Giriş kapısı işlemelidir, yapıdan
ayrı olan tuğladan yapılmış çinili ve tek şerefeli minaresi ilk önce gözlem yeri
olarak kullanıldığını göstermektedir. Bitişiğinde Caca Bey’e ait türbeye camii
içerisinde bulunan merdivenden geçilerek girilmektedir. Türbe içi çinilerle süslü
ve içten kubbeli çokgen piramit biçimindedir.
Gerçek ismi Nurettin Cibril Bin Caca Bey’in zekâsı genç yaşlarda anlaşılmış ve
daha yaşı gelmeden büyükler ile birlikte durmaya başlamış. Mevlana kendisini
övmekte, Hacı Bektaş Veli himayesi altındadır. Cami, zaviye, hayır kurumu gibi
kamu alanlarının onarımını da üstlenen Caca Bey’in Anadolu’da ismi
duyulmuştur. 1301 senesinde Bizanslılar ile yapılan savaşta şehit düşmüş,
Kırşehir’de kendi eseri olan medresenin yanında bir türbesi yapılmıştır ve
buraya gömülmüştür. Caca Bey Medresesi o zamanın fakültesi olarak
görülmektedir. Türk diline de sahip çıkmıştır ve kendi medresesinde Türkçe
eğitim verdirmiştir. Devlet işlerinde ve yazışmalarda da Türkçe kullanmaktadır.
1482 yılında, Ahilik Teşkilatının kurucusu Ahi Evran adına yaptırılan Ahi
Evran Camii ve Türbesi il merkezindedir. Türbeye, cami içinden bir
merdivenle çıkılmaktadır. Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’ın türbesi ve zaviye-
tekke olarak kullanılan mekânlardan oluşmaktadır.
Asıl adı Ali olan Âşık Paşa, mutasavvıf bir şairdir. Anadolu’da “Paşa”, “Beşe”,
“Başağa” diye adının sonuna eklenen lâkaplar, babasının ilk oğlu olduğunu
belirtmek için “ilk” anlamında kullanılmaktadır. Kırşehir’de doğan sanatçı, yine
burada vefat etmiştir. İyi bir eğitim görmüş, Kırşehir’e yerleşerek burada bir
tekke kurmuştur. Selçuklu sarayında Farsçanın konuşulduğu bir dönemde
Türkçeyi savunmuştur. Eserlerini sade bir dille yazarak Türkçenin Anadolu’da
bir edebiyat dili olarak yerleşmesinde önemli hizmetler görmüş, hem aruz hem
hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde Yunus Emre ve Mevlana etkisi hâkimdir. Çok
iyi Farsça ve İbranice bildiği hâlde Türkçeye bağlı kalan sanatçı, o devirde
hâkim olan “Türkçeyle eser yazılmaz” anlayışına karşı çıkarak eserlerini Türkçe
yazmıştır.
Sesi ve sazı ile babası Muharrem Ertaş'ın yolunu sürdüren Neşet Ertaş, 1938
yılında Tırtıllar köyünde dünyaya geldi. Keman ve saz çalmasını öğrendi. TRT
radyo evine girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın kendisine ait çok sayıda güfte
ve besteleri vardır. Türkmen/Abdal müzik birikiminin yorumlamasıyla bu
müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke geneli ve yurt dışında tanınmasını
sağlamıştır. 25 Eylül 2012 İzmir'de vefat etmiş, cenaze töreni devlet erkânı ile
Kırşehir’de yapılmıştır.
Kırşehirliler şehirlerini tanıtmak için neler yapıyorlar bilemiyorum. Ankara,
Kırıkkale ve Kayseri’ye yakın mesafedeki şehre komşu Hacı Bektaş Veli’yi de
bu arada zikretmemiz lazım. Anadolu bozkırının güzel kentini mevsimsel
özellikleriyle yakından tanımak için şarkı sözünde denildiği gibi ‘anlatamam
görmen lazım’ desek mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.