Demokrasiyi ve Cumhuriyeti Tartışmak
Hiçbir yönetim sistemi ebedî ve kutsal değildir ve zaten ebedî ve kutsal olmasına gerek yoktur. İşimize yararsa, toplumu mutlu etmekte faydalıysa iyidir. O kadar… Kutsal falan değil, sadece “iyi”dir.
1789 Fransız ihtilâlinden itibaren kutsallaştırılan “demokrasi”nin erdemden mahrum olduğunda nelere yol açacağını Türkiye olarak 5 aydır hakkel-yakin yaşıyoruz. Sistemin içinde rol alanlar, rollerinin gereğini yerine getirmez de ortalığı “kırmızı çizgiler”e boğarsa, onun adı “demokrasi” olmaz, “kırmızı çizgili demokrasi” olur ki, bu da “uzlaşmamakta uzlaşmak” demektir.
22 ve 24 Ağustos günleri “Demokrasi Terörü” ve “Demokrasinin Sonu mu?” diye iki yazı yayınlamış ve son 200 yıldır idealize edilen ve her derde deva olduğu söylenen demokrasinin, erdemsiz bir şekilde kullanıldığında teröre dönüşebileceğine temas etmiştik. Olan oldu ve 7 Haziran’da demokrasinin istediğini yaptık ama sorun çözüleceğine daha da karmaşıklaştı. Bu karmaşayı aşmak için 1 Kasım’da seçime gidildi. Bu yazıyı yazarken seçim sonucu belli değildi. Belli olsa ne olurdu ki. 1 Kasım’da erdemsiz demokrasi geçici bir sonuç alınabilinir ama bu ilerde benzer olumsuzluklar yaşanmayacağını göstermez.
Meselenin bir başka boyutu da, demokrasilerde, kullanılan oyların hür iradeyle mi, yoksa bir dayatma ile mi kullanıldığı meselesidir. 1960 ve 1980 ihtilâllerinden sonra kullanılan oylarla ve PKK’nın silah dayayarak kullandırdığı oylarla işleyen sistemin adı ne kadar “demokrasi”dir?
“Şimdilik bütün aksaklıklarına rağmen iyi bir sistemdir” diye düşünebilirsiniz ama bu demokrasinin ilel-ebed sürüp gideceğini ve kutsallığını göstermez.
İşin bir de cumhuriyet tarafı var. Cumhuriyet… Yani erk’in monarkta değil, millette veya halkta olması.
Cumhurî yönetim zihniyeti ve cumhuriyet devletleri yokken, monark ve benzeri erk kullanıcıları vardır ve hepsi de bir sonsuzluk sevdasında idiler ama bugün hepsi de birer tarih konusu ve nostalji olmaktan öte gidemiyor.
Uzağa gitmeyelim… Kendimizden örnek verelim…
Köktür kağanı Bilge Kağan’a kalsa idi “Türk! Üstte gök çekmedikçe, altta yer çökmedikçe” Türklerin ilini ve töresini kimse bozamayacaktı hani?... 8. yy’dan bu yana o devletten ne il kaldı ne de töre!...
Osmanlı “devlet-i ebed-müddet” idi hani?.. Bütün kasidelerde padişahın devletinin sonsuza kadar sürmesi için dua edilirdi. Demek ki atalarımızın duası pek kuvvetli değilmiş ki, 1922-23’te o devleti yıktık¸yeni bir devlet kurduk: Türkiye Cumhuriyeti.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti ilel-ebed payidar kalacaktır!» dedi, çocuklara okutulan and metninde de gençlere “Türk istiklal ve cumhuriyetini ilel-ebed muhafaza ve müdafaa etmek” vazifesi verildi…
Dikkat ederseniz, her üç dönemde de aynı olan husus “ebedî olmak”tır. Her “ebedî olmak” temennisi, zımnında bir kutsallık barındırır. “Bu sistem ebedîdir; çünkü kutsaldır” denmek istenmektedir.
Düne göre, dünün sistemi kutsal ve ebedî idi; şimdinin inancına ve temennisine göre şimdinin cumhuriyetinin ve demokrasisinin kutsal ve ebedî olacağına inanılıyor.
Arkadaşlar, abartmayalım… Kutsal ve değerli olan insan ve mutluluğudur, yönetim sistemleri değil. Ve sistemler de değişmez değildir. Daha iyisi bulunur ve bugün kutsal dediğimiz sistemi kötülemekle geçiririz vaktimizi.
Artık “Ne de güzel demokrasimiz ve cumhuriyetimiz var!” demek yerine, insanları yarın mutlu edecek erdemli yönetim şekli üzerine kafa yormamız lâzım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.