Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

İMANSIZ BİR MİLLİYETÇİLİK ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR!

İMANSIZ BİR MİLLİYETÇİLİK ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR!

Türk milliyetçiliğinin memba’ İslâm imanıdır.

İmansız bir Türk milliyetçiliği asla mümkün değildir.

Türk milleti aynı imana ve o imandan neşet eden mefkûreye inanmış insan topluluğudur.

İman ve mefkûre milletimizi meydana getiren iki esas unsurdur. Diğer hususlar teferruattır. Diğer unsurlarda birliktelik olursa iyi olur, şayet olmazsa bu millet olmaya mâni değildir.

Millet tabirini, Müslüman Türk’ün kadim medeniyet telakkisine münasip bu şekilde değil de, Batılıların “nation” kavramları üzerinden yapmaya kalkışırsak duvara tostlarız.

“Nation” kavramı tamamen bize has olan “millet” tabirinin mânâ derinliğinden yoksundur. Bu ecnebice ıstılahın hakikî lisanımızda tam bir karşılığı olmamakla beraber, sonradan uydurulan “ulus” kelimesi bu kavramı belki karşılayabilir.

Böylesine ulvî esaslara istinat eden millet tabirinden türemiş olan hissiyatı hayli yüksek bir fikriyat manzumesi olarak niteleyebileceğimiz milliyetçiliği, Batı tipi “nationalist” hareketlerden ayrı bir mecrada görmemiz gayet tabiîdir.

Nev’i şahsına münhasır bir yapısı olan Türk milliyetçiliğini 1789 Fransız İhtilâlinden nasıl başlatabiliriz?

Bize göre Türk milliyetçiliği biraz gerilerden başlar.

Gayb âlemindeki “elest bezmi”nde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilahî sualine “Kalû Belâ” diyerek mukabelede bulunan Şanlı Peygamberimizin -aleyhisselâm- Başbuğluğundaki Mürseliyn, Ashab, Evliya, Şüheda, Ulema, Fukeha, Umera ve bil cümle “i’lâ-yı kelimatullah ülküsü”ne hizmet edeceklerin tespit ve tayin edilip isimleri “levh-i mahfuz”a yazılanlar arasında Oğuz Hânıyla, Yesevîsiyle, Hazret-i Sümeyyesiyle, Manasıyla, Dede Korkuduyla, Osman-Ertuğrul Nesliyle, Şamiliyle, Âkifiyle, Âtıfıyla, Osman Baturuyla, Arifiyle, Necibiyle, Özmeniyle, Pehlivanoğluyla, Muhsiniyle… müstesna bir yer teşkil eden Aziz Allah’ın küfre vurduğu tokat niteliğindeki, Cihad ve Gâzâ Hareketinin ismine Türk milliyetçiliği denir. Türk’ün İslâm Ülküsü dahi bu mânâya gelmektedir.

Türk milliyetçiliğini böylesine mukaddes, böylesine meşru bir zeminden çıkarıp kuru bir soy-sop meselesi hâline getirenler, yahud milliyetçiliği Türkiye ile sınırlı partilerin ufuksuz kısır politikalarından ibaret görenler, Allah, Kitabullah, Resûlullah ve Evliya-Şüheda ecdadımız nezdinde büyük bir vebal altına girmektedirler.

Türk milliyetçiliği tarihin değişik zamanlarında, ayrı coğrafyalarda, farklı isimler altında tezahür etmiştir.

Kimi zaman Bilge Kağan olmuş, aç milleti doyurmuş, çıplak milleti giydirmiş, tek yaratıcı inancına sahip Türk çocuklarının putperest Çinlilere köle-cariye olmasının önüne geçmiştir.

Kimi zaman Manas olmuş, Abdülkerim Saltuk Buğra Hân olmuş, Allah yolunda “ancak mü’minler kardeştir” şuuru ile kendi soyundan inanmayanlarla cihad etmiştir.

Kimi zaman Saru Saltuk olmuş, Mürşidi Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî Babanın verdiği tahta kılıcı Asya bozkırlarından Diyâr-ı Rûm’a taşımış, suyun öte tarafına da geçerek Balkanlarda cihad ve gâzâ sancağını dalgalandırmıştır.

Kimi zaman Şeyh Necmeddîn-i Kübra olmuş, bulunduğu şehir Harezm’i kuşatan Moğol putperestlerine teslim anlaşması yapması için yanına gelip talepte bulunan halka, “Bizim yolumuz gâzâ ve cihad yoludur, Rabb’ül âlemiyn olan Allah’ımız iki iyilikten birini ezelde hakkımızda takdir etmiştir. Son mü’min şehadet makamına yükselinceye kadar Harezm’i küffara karşı müdafaa edeceğiz” diyerek dergâhındaki bütün dervişleriyle şehid düşmüştür.

Kimi zaman Dedem Korkud olmuş, boy boylamış, soy soylamış, Oğuz’a töre olmuş, kimi zaman Yûnus gibi Tapduk’un Dergâhında pişerek gönülleri iman ateşiyle tutuşturmuştur.

Kimi zaman Ulubatlı Hasan olmuş Konstantiniyye’nin burçlarına üç hilâlli sancağı dikerek küfür devrinin kapanıp yeni bir iman çağının açıldığını muştulamıştır.

Kimi zaman “Fıkıhın Sultanı” İmam-ı Azam ve onun yolu üzere olan Dursun Fakîh, Ebussuud Efendi, Vanî Mehmed Efendi ve daha nicesi olmuş, Rabbanî hukuku cemiyette tatbik etmiştir.

Bu misalleri daha da artırabiliriz. Lâkin anlamak, idrak etmek isteyene bu kadarı da kâfidir.

Böyle ilahî istikametli tarihî mecraya sahip olan Müslüman Türk’ten “İslâm”ı çıkardınız mı geriye hiçbir işe yaramayan kaba bir posa kalır.

Bizim Müslüman Türk’e gönül vermemize, hürmet etmemize sebeb, Türk’ün özünde, ruhunda, mayasında taşıdığı o manevî nefhadır. Türk o manevî nefha ile Türk’tür.

O kudsî mayaya sahip olan Türk’ün milliyetçiliğini yapmak, bir yerde ecdadımız misalinde olduğu gibi Allah, Kur’an, vatan yolunda hizmet etmek, kendimizi bu gayeye vakfetmek demektir.

Hâl böyleyken, milliyetçilik anlayışında kabukta kalmış, öze inememiş birilerinin sokak ağzı ile İskilipli Âtıf Hoca’ya, Sultan II. Abdülhamid Hân’a laf söylemeye cüret edebilmesini kara cahilliklerinin ispatı olarak yorumlamak lâzım gelir.

Bu sözleri söyleyen şom ağızlar en fazla bir seçim sonra pek faydalı olamadıkları politika sahasından millet tarafından tasfiye edilecek ve isimleri, cisimleri unutulup gidecektir.

Lâkin Ulu Hakanlar, Âtıf Hocalar asla unutulmayacak, bilâkis isimleri ve dâvâları kıyamete kadar bu âlemde ve sonsuza kadar öte âlemde yaşamaya devam edecektir.  

 

(Bu yazı Alp Eren mecmuasında yayınlanmıştır.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi