Anadolu’nun Ehemmiyeti, Büyük Türkiye ve Başkanlık
Dünya haritasına baktığımızda Anadolu’nun dünyanın merkezinde olduğunu görürüz. Tabiî kaynakları, iklim hususiyetleri, tarım ürünlerinin çeşitliliği vs. tarihten bugüne Anadolu’yu bir cazibe merkezi haline getirmiştir.
Tarihte de cihanşümul devletlerin çoğu ya Anadolu merkezlidir yahud Anadolu o devletlerin hâkimiyet sahasına dâhildir.
Bütün bunlar bizleri üzerinde yaşadığımız vatan coğrafyasının ne derece kıymetli olduğunun idrakine sevk etmelidir.
Bir şey kıymetli ise talibi çok olur. Mazide Anadolu’nun talibi çok olmuştur, hâlde de çoktur.
Talibi çok olan Anadolu’da zayıf ve orta halli devletler yaşayamaz. İlle büyük devlet olmak mecburiyeti vardır.
Bugün de Türkiye Batı siyasetine eklemlenmiş, düşe-kalka devam eden orta halli bir devlet olmaktan çıkarak, hür, kendi ayakları üzerinde durabilen, müstakil siyasetini tatbik edebilen büyük devlet olmak yolunda epeyce terakki etmiştir. ABD ve AB’ye karşı dik duruş, Fırat Kalkanı ve Musul Harekâtlarındaki kırmızı çizgilerden taviz verilmeyişi, içerdeki FETO-PKK ihanetine yönelik temizlik büyük devlet olma yolundaki millî siyasetin en bariz vasıflarındandır.
Yenikapı’da yeniden millet olduğumuzu hatırlamamız ve Türkiye’nin tarihinde emsali görülmemiş şekilde muhalefet partisi (MHP) ile iktidar partisinin ülke menfaati mevzuu bahis olduğunda müşterek hareket etmesi bizim için kudretli Türkiye yolunda büyük bir hamd vesilesidir. Zaten bize yakışan da budur. Müslüman-Türk-Anadolu çocuklarının millî meselelerde aynı siyaseti gütmeleri bir seçenek değil, zarurettir. Millî mevzularda bir araya gelmeyenler Allah katında bunun hesabını veremezler.
Büyük Türkiye’nin hayal olmaktan çıkıp ufukta gözüktüğü günümüzde eskimiş idare usûllerinin en başta da parlamentarizmin gözden geçirilmesi gerekir.
Parlamentarizm Türkiye’ye ne yazık ki pek hayır getirmemiştir.
Türkiye’ye ilk geldiği tarih 1876’dır. Bu tarihte meclisteki Ermeni, Rum, Süryani vs. ekalliyetlere mensup mebusların fitnesiyle 93 Harbi meydana gelmiş ve Osmanlı, Çarlık Rusya karşısında zor bir hâle düşmüştür. Bunun üzerine Ulu Hakan Abdülhamid Hân bu şer yuvasını kapatarak idareyi bilfiil üzerine almış ve tahtan hâl edilişine yakın zamana kadar böyle devam etmiştir.
Takriben 30 senelik bu zaman zarfında, Osmanlı maddî yönden kalkınmış, devlette siyasî istikrar sağlanmıştır. Bunda Abdülhamid Hân-ı sânî hazretlerinin verdiği bu isabetli kararın tesiri çok yüksektir.
II. Meşrutiyet ile meclis açıldıktan 10 sene sonra Osmanlı fiilen yıkılmıştır.
Cumhuriyet devrinde de siyaset vekillerin, yasama organı TBMM’de hiçbir netice getirmeyen münakaşaları, cedelleri ile geçmiştir. Bilhassa 70’ler ve 90’larda siyaset tıkanmıştır.
Bu süreçte siyaset müessesi birçok rezalete imza atmıştır. Ecevit’in CHP’si tek başına iktidar için yeterli sayıyı sağlayamayınca Demirel’in AP’sinden 11 kadar vekili, 10’una bakanlık vermek suretiyle, CHP’ye dâhil etmiş ve böylelikle hükûmet kurmuştur. Güneş Motel ismiyle anılan bu rezalet parlamentarizmin yüz karasıdır.
Parlamenter sistem kararın alınması ve icrasının hızını düşürmekte, rakiplerinden daha hızlı hareket etmesi elzem olan Türkiye’yi yavaşlatmaktadır.
Türkiye’nin bu saatten sonra kısır muhalefet-iktidar çekişmeleriyle kaybedecek zamanı yoktur.
1960’lar da gündeme gelen “millî devlet, güçlü iktidar” düsturunun fiiliyata geçmesi zaruret arz etmektedir. Yani devletin siyaseti Türk milletinin dinine, tarihine münasip şekilde millî olacak ve bu millî siyaseti tatbik edecek kudretli bir merkezî otorite mevcut bulunacaktır.
Şemdinli’nin dağında hayvanını otlatan vatandaştan, üniversitedeki talebeye, holding patronundan, Diyarbakır Belediye Başkanına kadar herkes devlet otoritesine tâbi olacak, hukuka aykırı hareket edemeyecektir.
Bütün bunların tatbikatı Türk tipi başkanlık sisteminin gelmesiyle mümkündür. Başkanlık sistemi mevcut bulunduğu ülkelerde farklılıklar arz etmektedir. Hâliyle Türkiye’deki de Türk milletine münasip bir idare tarzının siyasete aksetmesi şeklinde olacaktır.
Dünya “devlet ve idare” mefhumunu ecdadımızdan talim etmiştir. Avrupalılar mağarada gayri insanî hayat sürerken, Hunlar ve Göktürkler, Kafkasya ile Mançurya arasında Asya’yı bir baştan bir başa kuşatan devasa devletler tesis etmişlerdir.
Resûl-i Zîşan (aleyhisselam) Efendimizin temellerini attığı devlet kısa sürede Afrika’ya hâkim olup Endülüs üzerinden Fransa’yı sıkıştırmış, Torosları aşıp Rum diyarına girerek Konstantiniyye’yi muhasara etmiş, Kafkasya ve Maveraünnehir’e dayanmıştır.
Bu devasa imparatorlukları o devirlerde idare etmek çok büyük kabiliyet ve tecrübe gerektiren bir iştir.
Burada hamaset yapmıyoruz. Mazideki tecrübemizi âtiye taşımanın derdindeyiz. Mesele insan hakları ise en muasır insanî hakları hukuk sistemimize hâkim kılabilmeliyiz. Mesele devlet idaresi ise millî ananemize göre en hayırlı usûlü ortaya koyabilmeliyiz. Yeter ki kendimize güvenelim, gayret edelim, lâyık olalım.
Ve şu ilahî ikazı asla unutmayalım:
Bir cemiyet neye lâyıksa o şekilde idare olunur.
Bir sonraki yazımızda meseleyi hukukî cihetten ele almaya çalışacağız inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.