Şehirleri Korumak
Drina Köprüsü Yeniden Okunmalı
Sayın Başbakan’ın ilk grup toplantısında yaptığı konuşmada en hassas ve en içten olduğu mevzu ne idi?
Onu açıklamak için otuz yıl sonra yeniden okuduğum bir romanı bir kez daha okumak ihtiyacı duydum.
“Yaşlı kasabalılar bu değişikliklere bir türlü alışamıyor, şaşkınlıklarını açığa vurmaktan çekinmiyorlardı. Tam, artık bu anlaşılmaz çalışmaların sona erdiğine inandıkları bir sırada yabancılar insanı büsbütün şaşırtan yeni bir işe başlıyorlardı. Ciddî bir işi değil de, çocukların saçma oyunlarını seyreder gibi durup bu çalışmaları seyrediyorlardı. Yabancıların böyle durmadan, dinlenmeden, yapmak, kazmak, yıkmak, bina etmek, yerleştirmek, değiştirmek istemeleri, tabiat güçlerine önceden karşı koymaya, ona engel olmaya ya da ondan kaçmaya çalışmalarını, burada kimse anlamıyor, takdir etmiyordu. Tersine, hele ihtiyarlar bunu zararlı buluyor, hattâ bir uğursuzluk sayıyorlardı. Onların gözünde kasaba, bir doğu kasabası görünümünü kaybetmemeliydi. Eskiden onarılır, yıkılmaya yüz tutan desteklenir, ama böyle hiçbir ihtiyaç olmadan her şey alt üst edilmezdi. Ne binalara dokunulur, ne de Allah’ın kasabaya verdiği biçim değiştirilebilirdi.”
İvo Andriç, Nobel almasını sağlayan Drina Köprüsü adlı eserinde Vişegrad’ın Avusturya güçleri tarafından işgal edilmesiyle yeni bir düzen getirilirken hangi tepkilerin ve hangi sancıların yaşandığını anlatır. Sokullu Mehmet Paşa’nın Drina Köprüsü’nü yaptırdığı zamanlardan beridir huzur ikliminde ve çevreye uyumlu, tabiatı zorlamayan kasaba yerleşiminin, işgal ile nasıl bir değişime tâbi tutulduğunu çok güzel anlatır Andriç. Aslında köprünün yapıldığı tarihten Balkanları tamamen terk ettiğimiz günlere kadar Köprü üzerinden Bosna, her dönemin karakterleriyle ne de güzel irdelenir.
Asırlardır Direnen Tarihî Dokunun Kenara İtilmesi
Asırlardır köprü ayakta kalmayı başarmıştır. Birçok afetler yaşanmış, birçok yapılar yıkılmıştır ama köprü direnmiştir. Köprünün yanında inşa edilen kervansaray ne yazık ki onun kadar uzun ömürlü olamamıştır.
Afetler, savaşlar, geçen asırlar yanında bir de işgal edilen bir ülke parçası olmakla yaşananlar var. Teknik değişimler, yeni düzen yerleştirmeler, yeni şehir kimliğini yani yeni bir medeniyet alt yapısını yerleştirme çabaları…
Fakat işgal ile yapılanlara tepki göstermek, şehrin tarihi dokusunu bozmaya yönelik ve yeni bir düzenin inşasına yönelik girişimlere içinin ısınmamasını anlamamız mümkündür.
İşgal ile yapılanlardan daha fazlası bizden görünenlerin eliyle yapılırsa ne yapacağız?
Hem de ülke işgal altında bile değilken, âdeta bir mankurt kafasıyla şehrin merkezine abanma, kimliğimizi bozan yapılaşmalarla tuhaf mimari peşinde koşmaya ne demeli?
Onlara nasıl bir tepki vermek icap eder?
Ya da işgal ile bile yapılmaya cüret edilemeyen şeylerin; kazmaların, kırmaların, yıkmaların, bina etmelerin, dahası hadnaşinas sipsivri plazalar, avm’ler, towerslar, korkunç toplu konutlar doldurmanın ve şehrin kimyasını tamamen bozmaların üstelik de muhafazakâr ve milliyetçi olduğunu iddia edenler tarafından gerçekleştirilmesi ne ile açıklanabilir?
Asırlardır yıkılmayan köprü, aslında davanın mahiyetinin ne idüğünü ortaya koyar.
Asırlardır direnen şehirler, o şehirlerdeki tarihi doku, mahalle, sokak, cami, külliye, komşuluk, hatıralar, değerler, isimler, töreler, davranış kodları, meslekler, bakkal amca, dostluk, tevazu, kanaatkârlık, işbirliği, samimiyet, merhamet, irfan, hikmet ve aşkın mücessem yansımasıdır.
Şehir canlı bir varlıktır.
Onun da ruhu vardır.
Onun ruhunu yıkan yapılaşmalar, haddini aşan planlar, çarpık şehirleşmeler aslında şehrin taşıdığı her şeyi öldürmektedir.
Kaybolan, yıkılan, küsen, çekilen sadece köprüler, hamamlar, camiler, külliyeler, türbeler, mezarlar, kütüphaneler, mahalleler, bakkal amca değildir; bütün bir kimliğimizdir.
Millî varlığımızdır…
Millî Şuur Uyanıklığı Şehir Mimarimize Sahip Çıkmaktan, Tarihî Dokumuzu Korumaktan Geçer
Drina Köprüsü’ndeki işgal ile getirilen yeni düzenlemeler, bence bugünkü çarpık şehirleşmelerden ve şehirlerimizin tarihi dokusunu yok etmekten daha acımasız değildi.
Belki de daha masum ve insanı gözeten bir yenilikti.
Ama Bosnalılar bunu kendi kimliklerine saldırı olarak değerlendiriyorlardı.
Ey Türkler!
Seni, mahalleni, kültürünü, tarihi dokumuzu, sokağımızı, milli ekonomimizi, sokağımızı yıkmaya çalışan bugünkü mütegallibe sadece haddini aşarak rantın peşinde koşmuyor; seni sen yapan ne varsa onu ortadan kaldırmayı hedefliyor…
Siyaseten ne iddia ederse etsin.
İslâm da dese, Türkiye de dese, vatan yatan da dese o bir riyakârdır.
Sayın Başbakan Davutoğlu, 1 Kasım Seçimleri sonrasında TBMM’de yapılan yemin töreninden önce grubunda yaptığı toplantıda konuşmasının bir yerinde daha içten hitap etti vekillerine… partililere…
Şehirlerin tarihi dokusunun korunması ve şehir kimliğinin muhafazası meselesine dikkat çekti. Artık şehirlerin rant peşinde koşanlarca daha fazla zıvanadan çıkmaması gerektiğini açıkladı ve görev şuuru aşıladı.
Bence bu Drina Köprüsü romanını okumuş bir bilinçti…
Umarım ki, iktidar sahipleri, şehir eminleri böyle bir şuura layık olurlar…
Sayın Başbakana da bulunduğu görevin sadece iyi niyet mesajları vermekten ibaret olmadığını, o tür kesimlere karşı kararlılık göstermesinin kaçınılmaz olduğunu hatırlatmak isteriz.
Siz bu millî şuur uyanıklığı içinde yaptığınız konuşmanın mutmain nefsini tadarken bazılarının da bıyık altından nasıl güldüklerine şahit olmak ne acı…
Bence Sayın Başbakan, konuşmak, dilek ve temennilerde bulunmak yetmez.
Parti grubuna, belediye başkanlarına, partililere, diğer ilgililere hizmet içi eğitim yaptırmalı; şehircilik konusunda bir dizi çalıştay düzenlenmelidir.
Yeni dönemde bu yaklaşım; yani hem eğitimci hem de kararlı idareci tavrı bence medeniyetimizin müdafaası için IŞİD’e ve benzerlerine karşı mücadele kadar önemlidir.
Şehircilik konusunda ele alınması gereken konuları ise yarınki köşemde açıklayacağım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.