Oğuz’un Neslinden Peygamber Nesline Bir Köprü: S. Ahmed Arvasî
Başak yaş iken, içi boş iken dimdiktir, lâkin buğday tanesi olgunlaşıp meydana gelmeye başladığında yavaşça aşağıya doğru eğilir. İşte irfan menşe’li bir ilme sahip olanın hâli de tasavvuf ehlince böyle kabul edilir. Yani ilim artıkça tevazu artar. Arvasî Hoca da ilim ehli olduğu kadar tevazu ehli bir şahsiyetti. Binlerce sayfa tutan bir külliyata sahip olmasına rağmen, Arvasî Hocamız da, ruhsuz, kibirli bir entelektüel edası yok idi. Hoca, sohbet dinlemeye gelen Türk-İslâm Ülküsüne gönül veren gençlere dahi çay ikramını kendisi yapar, gençlerin “biz dağıtalım” taleplerini hep geri çevirirdi.
Arvasî Hoca, İslâm’ı en güzeliyle yaşamaya çalışırdı. Hoca her alanda kendisine Şanlı Peygamberimizi (aleyhisselâm) misal aldığı gibi aile ve ev ortamında da Allah’ın Resûlüne (aleyhisselâm) uymaya çalışmıştır. Bu hususta talebelerinden biri, Arvasî Hocanın evine birçok kez gidip sohbet dinlemesine rağmen, Hocanın hanımının yüzünü hiç görmediğini ifade etmiştir.
Ahmed Arvasî Hoca, bir “Oğuz” aşığıdır. O, tıpkı hemşehrisi, Türk-İslâm medeniyetinin ilimde, irfanda en ileri olduğu Kanunî Sultan Süleyman Han zamanı Şeyhülislâmlarından Vanî Mehmed Efendi gibi, Oğuz Han’ın Kur’an’da ismi geçen nebilerden Zülkarneyn (aleyhisselâm) olduğuna inanıyor ve “Oğuz’un nesli”ne ayrı bir ehemmiyet veriyordu. Arvasîlerin tarihine baktığımızda bu hâli daha iyi idrak edebiliriz: Arvasîlerin büyük dedeleri, Hacı Kâsım Bağdadî Hazretleri yaklaşık 7 asır önce Anadolu’ya gelir, Oğuz’un Kayı boyuna mensup Orhan Bey Gazi ile görüşür. Arvasîlerle Oğuzların irtibatları işte bu zamana kadar gider. Sonraları bulundukları bölgenin Osmanlı idaresi altına girmesiyle asırlar boyunca Osmanlı’ya sâdık ilim-irfan ehli bir aile olarak varlıklarını sürdürürler. Yani Arvasî Hocanın Türk milletini bütün her şeyiyle benimsemesi sadece kendisine has bir hâl değil mensubu bulunduğu ailenin tarihten gelen bir anlayışıdır. Türkmen Beyliğinin Reisi Orhan Gazi ile Peygamber soylu Allah dostu Hacı Kâsım Bağdadî Hazretlerinin buluşmasını Türk İslâm Ülküsünün müşahhas bir remzi olarak görebiliriz.
Türk-İslâm medeniyeti bir “sohbet” medeniyetidir. Bireyin cemiyet değerlerini kazanması sohbet ile olur. Birden çok şahsın bir araya gelip aralarında sohbet etmeleri neticesinde rahmanî bir bağ diyebileceğimiz “muhabbet” hâsıl olur. Bu tamamiyle Şanlı Peygamberimizden (aleyhisselâm) bize miras kalan bir içtimaî terbiye ve kaynaşma usûlüdür.
Batı menşe’li konferansların, panellerin vs. veremediği hissiyatı, ilmî sohbet verir. Ahmed Arvasî Hoca da, talebelerinden bir sohbet halkası meydana getirerek bu mühim sünneti yerine getirmiştir. Şanlı Peygamberimizden (aleyhisselam) beslenen “sohbet arkadaşları” manasındaki Sahabe-i Kiram (radiyallahu anhüm) Efendilerimiz gibi, Arvasî Hoca da, Müslüman Türk gençliğini yetiştirmeye gayret etmiştir. Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerinin ocağında pişen Alp Erenler gibi, Taptuk’un dergâhında yetip gelen Yûnus dedemiz gibi Arvasî Hocanın elinde de gençlik, Türk-İslâm kıymetlerini kendilerine hâl edinmiş kendi çağlarının Alp Erenleri vasfını kazanmışlardır.
Mehmed Âkif Ersoy dedemiz millî marşımız, “İstiklâl Marşı”na “Korkma!..” hitabı ile başlamaktadır. Türk milletinin ve onun temsil ettiği İslâm âleminin varlık-yokluk kavgası verdiği bir dönemde bu hitap İstiklâl Harbini kazandıran ruha zemin hazırlamıştır. Ahmed Arvasî Hoca da, Türk-İslâm Ülküsüne gönül vermiş genç delikanlıların her gün şehadet şerbetini içtikleri, bizzat bölünmesin diye mücadele ettikleri devlet tarafından zulme uğradıkları, dâvasını güttükleri millet tarafından sahip çıkılmadıkları bir zamanda bile kimileri gibi felaket tellallığı yapmamış “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin, eğer mü’min iseniz üstün olacak sizsiniz” (Âl-i İmrâm Sûresi, 139. Âyet) ayeti mucibince gençliğe iman aşılamıştır
O, fırtınalı yıllarda “Allah takdir ederse bu hareket mutlaka zafere ulaşacaktır. Türk milleti, İslâm dünyası, mazlum ve muzdarip insanlık âlemi, Müslüman Türk’ün sesini dinlemeye başlamıştır” diyerek ümit vermiştir.
Arvasî Hoca Oğuz’un neslinin, Üstad Necip Fazıl Bey’in tarifiyle “Türk’ün ruh kökü”nden aldığı manevî kudret ile Türk-İslâm medeniyeti yeniden dirilteceğine, ihya edeceğini bütün kalbiyle inanıyordu. Fakat Türk-İslâm Ülküsüne gönül vermiş bu medeniyeti inşa edecek gençlik hayatlarının en verimli devresini “Yusufiye”lerde çile doldurarak geçirecek ve böyle cihanşümul bir hareketin boy atmasına mani olunacaktı.
İnsanlar hususiyetle gençlik evrelerinde bir rol model arayışı içerisine girerler. Bu rol model kişiler genelde “bilindik” kimselerdir. Günümüz gençliğinde de bunu görmek mümkündür. Gençlikte rol model üzerinden bir şahsiyet inşası söz konusudur. “Eğitim Sosyolojisi” kitabının yazan Arvasî Hoca da rol modellerin gençlik üzerinde tesirini iyi bilmekte ve gençliğe Şanlı Peygamberimiz (aleyhisselâm), Ashab-ı Kiram (radiyallahu anhüm), Tabiin ve Tebe-i Tabiin, mezhep imamlarımız ve bu kudsilerin yolundan giden mübarekleri anlatırdı. Bu Allah dostlarının hayatlarını dinleyen gençler onlara muhabbet duyar, onları hayat timsali olarak alır ve o gençlerin şahsiyetleri böylece sağlam bir zemine otururdu.
“Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir?”
Böyle yazıyordu Mehmed Âkif dedemiz… Arvasî Hoca gibi insanların iki yönü vardır. Bir zâhir yani görünen, ikinci olarak ise bâtın yani saklı yönü. Arvasî Hocanın zahirî yönü bilinse de bâtınî yani tasavvufî ciheti pek bilinmez. Arvasî Hoca, son dönem mürşidlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin ruhaniyetlerinden feyz almıştır. Daha çocukken yaşadığı bir hadise de Arvasî Hocamızın hayatının dönüm noktalarından biridir: Ahmed Arvasî ilk mektebi bitirip Van’da bir kuyumcuda çıraklık yaparken ilim ve marifet ehlinden olan Seyyid Muhammed Masum Hazretleri Van’a gelir ve Arvasî Hocanın babasıyla beraber kuyumcu dükkânına uğrarlar. Ahmed Arvasî bu kıymetli misafirin elini öper. Muhammed Masum Hazretleri Ahmed’in babasına dönerek: “Bu çocuğu buradan al, büyükler buna insan yetiştirme görevi vermişler, bunun burada ne işi var? Bunu okut” der. Babası küçük Ahmed’i kuyumcu dükkânından alıp orta mektebe yazdırır ve tahsiline ayrı bir ehemmiyet verir.
Van’da öğretmen olarak görev yaparken Hoca rüyasında Şanlı Peygamberimizi (aleyhisselâm) görür ve sorar “Zafer bizim mi Efendim?” diye, Resul-ü Zîşan Efendimiz (aleyhisselâm) biraz tebessüm ederek “İnşaAllah” buyururlar. Aynı rüyada Hazret-i Ali Efendimiz (radiyallahu anh); “Ahmet, sen buralarda ne arıyorsun?” diyerek mübarek kolunu kaldırır parmakları ile batı istikametini gösterip “Bu tarafa git” buyururlar. Zaten bu rüyadan bir müddet sonra Hoca Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okulu’na gidecektir.
Şanlı Peygamberimiz (aleyhisselâm) bir hadîslerinde şöyle buyuruyor: “Allah katında en kıymetli amel hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.” Arvasî Hocayı da yakından tanıyanlar Hocada “hubb-i fillah, buğd-i fillah” yani “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek” fiilinin çok şiddetli olduğunu ifade ederler. Hatta kızıl anarşinin tavan yaptığı zamanlarda talebelerinden Ozan Semerci Bey’e hitaben: “Ozan ben bir tavuğu dahi kesmekten çekinen birisiyim. Ona kıyamam…Ama dinimin, devletimin, milletimin düşmanlarına karşı da asla merhamet göstermem, üzerlerine atılır, onlarla savaşırım” dediği bilinmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.