Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

Sahabe’den sonra İslâm’a En Büyük Hizmeti Türkler Yapmıştır

Sahabe’den sonra İslâm’a En Büyük Hizmeti Türkler Yapmıştır

Kimileri Arvasî Hocanın “Seyyid” olduğundan hareket ederek, Türk milliyetçiliğine gönül vermesini yadırgamaktadırlar. Hâlbuki Arvasî Hocaya göre Türklük bir etnik-ırkî tezahür değil, bilâkis bir milletin, medeniyetin ismidir. O bir konuşmasında da ifade ettiği gibi Sahabe-i Kiram’dan sonra İslâm’a en büyük hizmeti Türk milletinin yaptığını biliyor ve bu sebepten “İslâm’ı gâye edinen Türk milliyetçiliği” fikrini savunuyordu. Yine bir konuşmasında “Eğer Türk iseniz Avrupa’ya gittiğinizde size ikinci bir soruyu sormazlar, çünkü sizin Müslüman olduğunuzu bilirler, lâkin Arap iseniz size ‘Müslüman Arap mı, hristiyan Arap mı’ olduğunuzu sorarlar. İşte aradaki fark budur” diyerek Türklüğü sığ anlayışlardan çıkarıp derin manası ile telakki etmiştir.

Türk milleti ve hususen Türk’ün İslâm Ülküsüne gönül verenler, yaşadıkları asrın Alp Erenleri, Derviş-Gazileri olmaları hasebiyle, Arvasî Hocanın nezdinde Allah dâvasının taşıyıcılarıydılar. Arvasî Hoca burdan hareketle “Ben Afrika’nın ortasında doğmuş bir zenci olsaydım ve bu şuur yine bende olsaydı tereddütsüz Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü’ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de İslâm âleminin de mazlum milletlerin de kurtuluşu Türk milliyetçilerindedir, Türk - İslâm ülkücülerindedir” diyerek her daim Türk-İslâm Ülküsüne gönül verenlere destek çıkmıştır. Arvasî Hoca birileri tarafından milliyetçiliğin içinin boşaltılıp, ulusalcı-kemalist sapmaların yaşandığı bugünleri görseydi kim bilir ne derdi?

Cenab-ı Allah Mâide Sûresi, 54. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı nefislerini aşağı görürler, kâfirlere karşı da izzet ve şeref sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın fazlıdır onu dilediği kimseye verir, Allah âlimdir, ihsanı geniştir.”

Arvasî Hoca yukarıdaki ayet-i kerimede ifade edilen vazifeyi muhterem ecdadımızın en güzeliyle yerine getirdiğine inanır ve bugünde Türk milletinin yeniden bu tarihî vazifelerine talip olmaları gerektiğini söylerdi. Burada şu bilinmelidir ki Cenab-ı Allah bu vazifeyi lâyık olana verir, ecdad-ı izam İslâm’ı öyle bir yaşadı ve yaşattı ki asırlarca İslâm’ın sancaktarlığını yaptı, bugün de Türk milleti ma’lâyani işleri terk edip, hayra yönelmeli, sarsılmaz bir birlik halinde bütün maddî ve manevî kudretini Allah için sarf etmelidir.

Türk-İslâm medeniyetinde “vakıf” kavramı çok mühim bir yer teşkil eder. Ecdadımız âyet emri gereği mallarını Allah’ın yolunda infak etmek gayesiyle sayısız vakıflar kurmuştur. Bunun yanında Türk-İslâm geleneğinde kendi nefsini Allah için vakfeden manasında “vakıf insan” tabiri vardır. Arvasî Hoca da tam bir “vakıf insan”dır. Bu hakikati bir konuşmasında şöyle dile getirir: “Benim tek gâyem rıza-i ilahidir. Ben kendimi İslâm dinine ve Türk milletine vakfettim. Bir şey vakfedilirse artık o vakfedilen geri alınamaz.”

Arvasî Hoca kendi nefsini vakfetmenin yanında 70’lerin sonunda bir grup gönüldaşı ile beraber Türk Gençlik Vakfını kurarak, hapishanelerde yatan milliyetçi-mukaddesatçı gençler ile onların ailelerine maddî yardımda bulunmuş ve tahsil çağındaki milliyetçi talebelere burs sağlamıştır.

Bütün bunları yapan Arvasî Hocanın bir öğretmen maaşı ile geçinmeye çalışan beş çocuklu bir aile babası olduğunu ve hayatı boyunca bir ev alacak parası olmadığı için hep kirada oturduğunu belirtmeden geçemeyeceğiz.

Zaten bir yerde “dünya metaı”na meyil var ise orada Allah’ın rızası ortadan kalkar. Müslümanların da bu hususta Şanlı Peygamberimizi (aleyhisselâm) misal kabul etmeleri ve aşırı yığma-biriktirme yapmamaları İslâm’ın şiarındandır.

Türk milliyetçiliği üzerine kafa yoran çok kıymetli isimler var. Lâkin bunların arasında Arvasî Hoca meseleleri ele alışı, temellendirişi yönünden milliyetçi-mukaddesatçıların kutup yıldızıdır.

Hareketin aslî mecrasına oturmasına vesile olmuş, kavramların hepsini yerli yerince açıklamış, kafalardaki bulanıklığı gidermiştir.

Arvasî Hoca sıklıkla kullanılan “Türk-İslâm Sentezi” tabirinin ağza hoş gelse de ilmî olarak doğru olmadığını ispat etmiş ve yerine daha doğru ve yerinde bir tabir olan “Türk-İslâm Ülküsü” ifadesini ortaya atmıştır. Sentez, Hegel diyalektiğinin ürünüdür ve “tez” ile “anti-tez”in çarpışmasından doğar. İşte Arvasî bu kavrama itiraz etmiş, Türk ve İslâm’ın birbirilerine zıt olmadığını, biri diğerinin anti-tezi olmadığını, bunların bir sentez değil “terkib” olduğunu ifade etmiş ve Türk –İslâm Ülküsü kavramını ortaya atarak büyük bir fikrî hatanın önüne geçmiştir.

12 Eylül darbesi milliyetçi-muhafazakâr camia için büyük bir imtihan niteliğindeydi. Darbeden sonra Türkiye’nin geçirdiği içtimaî yozlaşmadan bütün gruplar nasibini almıştı. Şüphesiz bu gruplardan biri de milliyetçilerdi. Böyle bir ortamda talebelerinden bir tanesi bozulmadan şikâyet eder, Hoca da şöyle cevap verir: “Türkiye’de dâvasına sadık Ülkücüler hâlâ var. Nizâm-ı âlem dâvasına bağlı, hedefi bütün insanlığa hizmet götürmek olan Ülkücüler var. Bunlar Türk-İslâm Ülküsünün Alp Erenleridir. Dâvalarından vazgeçmiş değillerdir. Fakat şimdilik ortalıkta gözükmüyorlar. Bu hâl içinde bulunduğumuz şartların bir sonucudur. Şuan camiamızda üç tip insan görünüyor: Hakikî Ülkücüler, Ülkücü geçinenler, Ülkücülükten geçinenler..Zamanla her şey yerli yerine oturacak…Ümidini kaybetme, bu karamsarlığı bırak.” Yine insanlardaki yozlaşmaya karşı Arvasî Hoca: “Ülkücülük kayıtsız şartsız Allah’a itaat etmek demektir. Allah’a itaat etmeyen ben ülkücüyüm demesin. Allah’tan korksun, Allah’ın Resulü’nden (aleyhisselâm) utansın” diyerek gerekli ikazı yapmıştır.

Arvasî Hoca’nın yarım asrı aşan ömrü hep mücadele içinde geçmiştir. Hayatındaki bu daimi mücadele bedenini hayli yıpratmıştır. Mamak zindanlarında geçirdiği günler naif bedenini iyice sarsmış ve kalp krizi geçirmesine sebep olmuştur. Kalp krizine rağmen cezaevi yönetimi işi ağırdan almış gerekli tıbbî müdahale çok geç yapılmıştır.

Hapishane hayatından sonra da gazetede yazmaya devam etmiştir. Kendisi yazma gayesini, “Biz sadece Allah için yazarız” diyerek açıklamıştır.

1988 senesinin 31 Aralık gecesi yine daktilosunun başında “Allah için” yazı yazarken kalp krizi geçirip sandalyeden yere uzanmış, hanımının telkin ettiği “Kelime-i Şehadet”i söyleyerek bekâ âlemine, aslî vatanına ve biiznillah çok sevdiği “muhterem Ecdadı”nın yakınına göç eylemiştir.

Cenab-ı Allah’tan muradımız o dur ki, cennet payesine erebilirsek bizi yetiştiren, besleyen o memba’ başta olmak üzere Arvasî Hocamızın, Necip Fâzıl dedemizin, İmam-ı Azam, Yesevî, Gazalî, Rabbanî ve daha nice evliya, şüheda, umera, ulema, fukaha (Allah sırlarını takdis eylesin) ecdadımızın sohbetlerine beka âleminde nail olabilmeyi nasip eylesin.

Arvasî Hocamızın kabri İstanbul Edirnekapı Kabristanında, Şeyhülislâm İbn-i Kemal Hazretlerinin yakınındadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi