Serdar Demirel

Serdar Demirel

Önü kesilen Türkiye olmasın!?

Önü kesilen Türkiye olmasın!?

Almanya’daki Deniz Feneri dâvasını üzüntü ve öfkeyle izledik.
Üzüntüyle izledik, çünkü bencilliğin erdem olarak öğretildiği modern bir çağda, insanlarla paylaşım duygularımız hedef alınmıştı. Suçun şahsiliğinden hareket edip varsa suçluları bulmada yargıya yardım etmek esas alınmamıştı. Bilâkis, bütün olarak bir kurum karalanmaya çalışılmış ve bu kurum dolayısıyla dünyanın dört bir tarafındaki muhtaç insanlarla paylaşmamıza millet adına aracı olan yardım kurumları hedefe konmuştu.
Öfkeyle izledik, çünkü bu dâva üzerinden ülke içi siyasete dizayn vermeye yeltendiler. Mağdur olan taraf zaten bağış yapan mütedeyyin kesimler olmasına rağmen bu kitlelerin siyasi tercihleri hedef alındı. Suret-i haktan gözüküp ülke içi siyasete ülke dışı güçleri dâvet ettiler, iktidar partisini yıpratmak için mahkemece sâbit görülen bazı kişilerin usulsüzlükleri üzerine değil Türkiye’deki siyasilerin üzerine elde hiçbir somut delil olmaksızın gittiler, kara çaldılar.
Deniz Feneri ile yollarımız hiç kesişmedi. Sundukları hizmetleri hep uzaktan takip ettik milyonlarca insanımız gibi. Ülkemiz adına yapılan hizmetlerin Türkiye’nin nüfuz alanını nasıl genişlettiğini yabancılardan da defaatle duyduk. Zaten mesele Deniz Feneri’ni aşan bir prodüksiyona sahip olduğundan bu satırları yazma gereği duydum. Yoksa kurumun yetkilileri her platformda kendilerini savunacaklardır elbet.
Bir yardım organizasyonunun, Türkiye halkından aldığı temsiliyet misyonuyla dünya coğrafyasının en ücra köşelerinde bile insanlarla kardeşçe irtibata geçmesinin ne ifade ettiğini geçen yıl Kurban Bayramı’nda müşâhede etmiştik.
İHH İnsani Yardım Vakfı’nın davetlisi olarak Güney Tayland bölgesinde yaşayan ve çoğunluğunu Maley Müslümanlarının oluşturduğu bölgede yapılan paylaşım faaliyetlerini yerinde gözlemek üzere gitmiş ve gördüklerimizi üç yazı ile okurlarla paylaşmıştık.
Gecesini gündüzüne katmış gönüllülerin en zor şartlarda hizmetleri takdire şâyandı. O atmosferde siz de kendinizi hizmet edenler arasında buluyorsunuz. Her ne kadar gittiğiniz ülke insanları, yardımı götüren organizasyonla birincil derecede muhatap olsalar da, inanın, nihâyetinde insanların aklında ülkenizin ismi; yani Türkiye kalıyor.
Ülke adına bunun ne büyük bir pozitif girdi olduğunu anlatmaya gerek var mı? Türkiye, resmî devlet kurumları aracıyla sivil yardımlaşma kurumlarının girdiği alanlara giremez. Buna o ülkelerin resmî politikaları da müsaade etmez. Böyle bir şey yapıldığında ise ülkeler arasında gerginlik dahi çıkabilir.
Ama siyasetle direkt alakası olmayan sivil kurumlar birtakım kurallar çerçevesinde her yere gidebiliyor, gittikleri her yerde ülke insanı adına yapıcı ilişkiler geliştirebiliyor. Bir taraftan muhtaç insanlara yardım ediliyor, yalnız olmadıkları duyguları verilerek moralize ediliyorlar, bir taraftan da sizin temsil ettiğiniz topluma yönelik sempati duyguları meydana getiriyor, varolan müsbet hisleri doğal süreç içerisinde beslemiş oluyorsunuz.
Bütün güçlü devletler nüfuz alanlarını, kendilerine duyulan sempati halkalarını genişletmeye çalışır, tabiî genel olarak sivil kurumlar üzerinden. Çünkü bir ülke "ince güç"ü (soft power) sayesinde on binlerce kilometre uzakta halkının sevilmesini sağlayıp, etki alanını genişletebilir.
Misyonerlik faaliyetleri böyle yapılıyor. Bir yerde tabiî felâketler olduğunda neden ilk önce Batılı devletlerin yardım organizasyonları oralarda bitiveriyor sanıyorsunuz? Yoksa salt insanî duygularla yapıldığını mı sanıyorsunuz bu işlerin? O zaman fena hâlde yanılıyorsunuz demektir.
İnsanlar içten gelen saf duygularla, Allah rızasını kazanmak için paylaşmak isterler. Zekat ve sadaka ibâdeti bunun için yapılır zaten. Küreselleşen dünyada bu faaliyetlerin organizeli yapılması kaçınılmazdır elbet. Meydana gelebilecek yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin önüne geçmek için her türlü beşerî önlemler de mutlaka alınmalı. Bunu öncelikle yardımı yapan insanlar ister.
Biz, İslâm’ın öğretilerinden biliyoruz; Hz. Peygamber hâriç günah işlemeyecek bir müslüman yok, olmayacak da. Müslümanlar günah işlememeye çalışır, harama düşmemek için de her türlü önlemi alması gerekir, hem bireysel hem de toplumsal ve kurumsal düzeyde. Bunları talep etmek gâyet insanî ve İslâmî iken, yardımlaşma duygularını iğdiş etme gayretkeşliği ise bir o kadar nefsanî ve şeytanîdir.
Hele hele Türkiye’nin son yıllarda bu faaliyetler sonucu elde ettiği nüfuz gücünü kimsenin dinamitlemesine müsaade edilmemeli. Uluslararası güçlerin bundan rahatsız olduğunu biliyoruz, ama içeridekilerin derdi ne? Sadece muhalefet ettikleri partiyi mı yıpratmak? Yoksa onlar da mı Türkiye'nin artan nüfuzundan hazzetmiyorlar?
Ulusalcılık sloganlarıyla ülkeyi içe kapatmak isteyenlerin iplerinin ülke dışında olduğu artık biliniyor. Türkiye’yi dışa açan kurumlar, Ergenekon’a destek verenler tarafından hedefe konuyorsa dikkatli olmak gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi