Az yorum, çok tebrik!
Milli Gazete, 43 yılını geride bırakıp tarihler 12 Ocak 2015’i gösterdiğinde 44 yaşına giriyor. Allah utandırmasın! Gönülden kutlarım. Ancak bendeniz de meslekte 47’yi bitirip 48’e girdim ya, işte ondan bir iki cümle eklemek gereğini duydum bu kutlamaya...
Milli Gazete 44. yaşına girerken ardında çok ama çok önemli bir meslek özelliği bırakıyor aynı zamanda. O da şudur: Milli Gazete, hayata geldiğinden bu yana hiç patronaj değişikliğine uğramamış ve yoluna türlü zorluklara rağmen ideal olarak gördüğü yoldan çıkmamıştır. Tabii ki takvim tutmadım ama Milli Gazete, yanılmıyorsam en üst makam, yani sahiplik temelindeki özelliği bozmayan belki de tek gazetedir. Başka da varsa hatırlayamadığım özür dilerim. Neyse, Sevgili Mustafa Kurdaş dostum, bütün çalışma ailene hayırlı seneler dilerim...
Gelelim yorumlara... Baycan Aksu isimli okurum çoğu defa yorumlarıma değerlendirme getirir ve genellikle de eleştirir. Olacak tabii ki... Bizim mesleğim kuralıdır bu... Son olarak da Fenerbahçe’nin Rize’den dönerken başına gelen kurşunlanmayı hatırlatarak, bu olayın üzerine neden yoğunlukla eğilmediğimi dile getirmiş Baycan dostumuz. Hemen cevaplayayım. Baycan Aksu kardeşim; Sence bizzat kurşunlanan Fenerbahçe bu olayın üzerine senin beklediğin kadar gidiyor mu? Ben o günlerde de bu olaydan hiç bir sonucun çıkamayacağını bu ülkede yazan ve yorumlayan tek gazeteci idim. Ve de faillerin, ya da azmettiricilerin olayın geçtiği yörede aranmasının yersiz olduğunu da yazan tek kişiydim. Neyse Baycan kardeş, olayda mağdur olan taraf kulağının üzerine yattıysa, ben ne kadar yazsam ne olur ki... Kulübe sadece para aktarmak için başlatılmış üye kampanyası için kapı kapı dolaşanlar, Rize olayı için neden kapı kapı hak aramayı her gün, ama her gün sürdürmüyor acaba?
Dönelim futbolun içine... Antalya’daki futbolla ilgili aklınıza ne geliyorsa toplanmış zat topluluğu ne yaptı? Sonuçlar açıklanınca sadece boşuna masraf olduğunu hep birlikte göreceğiz. Ama benim için bu kuru gürültünün içinden bir tek iş çıktı diyeceğim gazeteci ağzıyla... O da Fatih Terim’in Volkan Demirel’le ilgili sorulan soruya cevabıydı. Cevap ne mi oldu? Hiiiç! Açık ve net tam eyyam... Ben Hagi gibi bir asiyi sustalı maymuna çevirmiş, otoritesi ile Milan Kulübüne meydan okumuş. Fiorentina’nin kont sülalesinden gelen başkanına gider yapmış Terim hocanın şu cevabı vermesini beklerdim: “Milli Takım hak eden her futbolcuya açıktır. Ama o milli takımın formasına ihanet edenlere, ben seçici oldukça, kapalıdır. “ Şöyle de devam etmeliydi derim: “Benim federasyonum bu büyük, affedilmez suçu görmezden gelerek, derin bir yara açmıştır Ay-yıldız üzerinde...” Bunu da demedi hoca...
Basketbol, az kaldı, futbol kadar yara almaya başlayacak galiba... Bunu defalarca dile getirmiştim. Şimdi de Belgrad’da oynanan Kızılyıldız-Fenerbahçe maçıyla ilgili yazacağım. Maçı Murat Kosova anlattı. Kendisini çok severim. Yorumu da İhsan Bayülken hoca yaptı. Ne mi var? Öyle anlattılar, öyle yorumladılar ki, sanırsınız ki kafa kafaya bir maç oluyor. Bendeniz de maçtan önce en az on-on beş sayı farkla biter diye bizim Ömer’e tüyo verdim. Yapmayın, etmeyin. Basketbolu sağlıklı tutmaya gayret edin. Bu Kızılyıldız takımı bu sezonun hiç de oralarda oynamaya hak etmeyin tek takımıdır. Bunu daha turnuva başladığında yazmış, bu takım üzerinden de EUROLİG yönetiminin ülkemin üçüncü temsilcisi almamak adına yaptığı çirkinliklerini dile getirmiştim. Kime şirin görünmek istiyorsunuz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.