Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Kan tek yönlü ilerlemez ve tazyik olunan şey, genişler..

Kan tek yönlü ilerlemez ve tazyik olunan şey, genişler..

Dün tv. ekranları, asker cenazelerinin defnine aid, hüzünlendirici acı tablolarla doluydu..
Sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan, alt veya orta sosyal katmanlara mensub oldukları kabul edilen büyük müslüman kitlelerin çocuklarına aid idi, hemen bütün cenazeler.. Onların, gencecik yaşlarında böylesine acı bir sonla gitmeleri sosyal bünyeyi de elbette tetikliyor..
Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükûmet üyelerinin, ‘Sizin çocuklarınız da gitsin askere..’ gibi protestolarla karşılaşmaları, eğer sadece bir duygu kırılması ise, anlayışla karşılanabilir.. Ama, bunun ardında bir siyasî entrikalar yok mudur? Meselâ, bu saldırıların asıl hesabını vermesi gerekenlerin, yüksek kumandanlar olması gerekirken, onlar karşısında bir tepki gösterilmemesi ve o kadar can kaybında niye rütbeli subay bulunmadığını sorgulamamaları, burada bir manipulasyon olduğunu düşündürtmez mi?
Hele de, Eskişehir’deki cenaze töreninden sonra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün camie geliş ve gidişte, yoğun bir ‘yuhh’ sesinin yükselmesinde, hedef kimdi, anlayabilmiş değilim. Ama, ‘Bismillah, ya Allah, Allahuekber, şehidler ölmez, vatan bölünmez..’ diyen bu insanların tepkilerini yönlendirmede, güdülmüyorlarsa, son derece düşüncesizce hareket ettiklerini ve cumhûr/halkla en fazla bütünleşen bir cumhurbaşkanı, hangi yanlışından dolayı böyle bir protesto ile karşılaşıyordu; söyleyecek söz bulamadığımı belirtmeliyim.
Bu arada, çeşitli açıklamalar yapılıyor. Bunlardan TOBB Başkanı R. Hisarcıklıoğlu dün, Irak Yönetimi’nin siyasî ve de ahlâkî sorumluluğundan sözediyordu da, asıl sorumlu olan Irak’ın işgalcisi Amerikan emperyalizmine tek kelime söylemiyordu.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Gen. Kur. Başk. gibi resmî sorumlular, bu konularda frenli konuşmak gereğini duyabilirler, ama, resmî sorumluluğu olmayan bir TOBB Başkanı, gerçeği niye gizliyor ve çarpıtıyordu? Irak’daki mahallî veya merkezî otoritelerin/hükûmetlerin, işgalci Amerika’nın istemediği bir siyaseti izleyemeyeceğini bilmiyor mu?
Dünkü yazımda da değindim, em. tümg. Armağan Kuloğlu da, ‘kurtarıcı’ formüllerini CNNTürk’de tekrarlamayı dün de sürdürüyordu.. Aklına takmıştı, Olağanüstü Hal ilan edilmesini ve dün daha da ileri gitti, ‘sıkıyönetim’ ilan edilmesini.. ‘Askerin ülke yönetiminde etkisinin artacağı’ gibi endişelerin terkedilmesinden, bölgede türkçe kurslarının artırılması ve doğum kontrolü yapılmasına kadar, yığınla çözümler üretiyordu, ‘asker mentalitesi’yle..
İstihbarat uzmanı E. Çitlioğlu ise, Kuzey Irak’daki mahallî hükûmetin başkanı Barzanî Hükûmeti’ni, ‘o ağır silahlar Türkiye sınırına getirilirken, onları göremiyor mu?’ diye sorgularkene, aynı sorgulamayı, Türkiye tarafının savunmasını üstlenenlere yapmıyordu. Kaldı ki, 8 ay öncelerde, Kuzey Irak’a yapılan operasyondan sonra teröristlerin artık, öyle büyük kitlelerle hareket edemeyeceği iddia olunuyordu, o da buharlaştı..
Kezâ, Irak’taki işgalci Amerika’nın sağladığı söylenen ‘ânında istihbarat’ bilgilerinden ve her canlıyı gören termal kameralardan ve siyonist İsrail rejiminden büyük meblağlarla alınan pilotsuz-casus ve gözetleme/keşif Hebron uçaklarının hünerleri de unutulmuştu..
ASKERÎ TEDBİRLER ARTTIKÇA, HALK PKK’NIN KUCAĞINA İTİLDİ..
PKK’yı asıl güçlendiren şartların 1980 Askerî Darbesi olduğu asla unutulmamalıdır. 20 yıl kadar süren ‘Sıkıyönetim’ ve ‘Olağanüstü Hal’ ve hele Diyarbakır Cezaevi uygulamalarının, halkı tamamiyle PKK’ya doğru kaydırdığı ve, ‘tazyik olunan şey, genişler’ şeklindeki fizik kanununun sosyal hayatta da benzer sonuç verdiği görülmemiş midir?
PKK’yı bölge halkının bir savunma odağı durumuna yükselten, o sert askerî tedbirlerdi.
Bir diğer noktayı da unutmayalım..
25 yıla yaklaşan silahlı çatışmada, Türkiye’nin kaybının resmî güç olarak, 5 bin civarında olduğu biliniyor. Resmî makamlar, PKK tarafından öldürülenlerin de 45 bin kadar olduğunu söylüyor.. Hayret, ortada kazaen öldürülen hiç yok ve öldürülen her sivil, PKK’lı sayılıyor.. Buna bir de kayıtlara geçmiyen binlerce insan kaybını eklersek, kayıp rakamının en az 60 bin civarında olduğu görülür.. (Ki, 1992-93’lerdeki durumu, sonraları, Gen. Kur. eski başkanlarından Doğan Güreş, ‘düşük profilli bir içsavaş’ olarak nitelemişti..)
Burada düşünülmesi gereken husus şudur: Bu tarafta, o beş bin kaybın acıları nasıl bir sosyal nefrete dönüşüyorsa, öte tarafta da benzeri yaşanıyor.. Onların da anneleri-babaları, yakınları var.. Çocuklarının dünyasına önceden ilgisiz kalan nice ana-babalar, onların ölümlerinden sonra olsun, onların dünyalarıyla bir sessiz ilgi kuruyorlar..
Kaldı ki, bölge halkının cenazelerdeki, tâziye törenlerindeki gelenekleri de, karşı taraftan her ölünün ideolojisinin toplumla daha bir kaynaşmasına vesile oluyor..
‘ÜNİTER DEVLET’ DİYE, ‘ÜNİFORM BİR TOPLUM’ OLUŞTURMAYA TEPKİ..
Ve asıl rahatsızlık duyulması gereken husus şu ki, bir ‘ulus-devlet’ oluşturma saçmalığı adına 100 yıldır devam eden etnik, ırkçı anlayışlar, ‘üniter devlet’ adına sığınarak, ‘üniform’/tek tip, ‘laik/kemalist bir toplum’ projesini hâkim kılmaya dönüşmüştü ve bunun sosyal tepki ve patlamalara dönüşmesi kaçınılmazdı.. Çünkü, en zorba yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışılan bu saçma projeler uğruna, müslüman halk kesimleri arasındaki kardeşlik bağları bile zehirlendi, giderek daha bir zehirleniyor..
Ve acıları sadece tek taraflı duyduğunuz müddetçe, bütün tarafların insan kaybının da geride ana-babalarını, ailelerini derin acılara garkettiğini düşünmedikçe ve bu boğuşmayı ortaya çıkaran ideolojinin zehirli etkilerine karşı, panzehir olarak halklarımızı asırlarca kardeş yapan inanç sosyal hayata samimiyetle hâkim kılınmadıkça, bu kanlı boğuşmalar sürer..
Basit, âdi bir sokak kavgası ve canavarlığın, sonra o hadiseyle hiç ilgisi olmayan insanların etnik kökenlerine yansıtılan bir düşmanlığa dönüştürüldüğü Balıkesir-Altınova hadiseleri üzerine bölgeye giden Mazlum-Der Gen. Başk. Ö. F. Gergerlioğlu, ‘olaylar sırasında belediyeye ait kamyonetle şehir dışından taş taşındığının iddia edildiğini, evleri saldırı altında bulunan ailelerin halen dışarıya çıkamadığını, otuz yıl önce beldeye yerleşen ve son kavga ve cinayetle hiç bir ilgisi olmayan kürd insanların ev ve işyerlerinin tahrib edildiğini ve insanların ekmek almak için bile dışarı çıkamadıklarını’ belirlediklerini söylüyordu..
Bu tavırların İslâm’la da, insanlıkla da bir ilgisinin olmadığı açık değil mi? Nedir bu körlük, bu kavmiyetçilik taassubu?
Fitne zamanlarında, kanları tepelere fırlatacak davranışlar yerine, herkese ve her kesime, sadece ve sadece insanî/İslâmî sorumluluklarını hatırlatmayı hepimiz kendimize vazife edinmeliyiz.. Aksi halde, ortada bir kan deryası oluşursa, bu, hepimize ancak utanç verir..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi