Hesap sormak, yok saymak
Gündem öylesine can yakıcı ki. Türkiye bir yandan 15 evladını uğurlarken, diğer yanda bayram dönüşü peşpeşe gelen kaza ve ölüm haberlerini alıyoruz.
‘Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde, kaçakların bulunduğu kamyonetin devrilmesi sonucu 18 kişi öldü, 25 kişi yaralandı.’
Acılar peşpeşe geliyor.
* * *
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün katıldığı şehit cenazesinin ardından yaptığı açıklamaya dikkat çekerek başlayalım.
Erdoğan, moral değerlerin yüksek tutulması gereken bir dönemde olunduğunu belirterek, ‘Bu noktada hep beraber, birlik beraberlik içinde, dirliğimizi düzenimizi güçlü kılmamız lazım. Yıpratmaya yönelik değil, onarmaya yönelik neler yapabiliriz, bunu düşünmemiz lazım’ dedi.
Açıklamadan şu cümleleri de aktarmak istiyorum: ‘Moral değerlerin en yüksekte olması gereken dönemde eğer moral değerlerimiz darbe yerse, özellikle güvenlik güçlerimiz açısından söylüyorum, gerek asker, gerek polis noktasında bu defa kendi içinde moral değerleri zaafa uğrayan güvenlik güçlerinin başarıya nasıl odaklanabileceğini sizler tasavvur edin.’
Başbakan’ın bu sözleri, bir anlamda karşı karşıya olduğumuz tehdidi özetliyor. Bu açıklamanın basit bir savunma refleksinin ötesinde anlam taşıdığını düşünüyorum.
* * *
Bir sınır karakolu, defalarca saldırıya uğrar ve ağır kayıplar verirse, elbette akla bir dizi soru gelir.
Güvenlik zaafı, ihmal, istihbarat yetersizliği ve daha pekçok kuşku...
Bunlar üzerinden hesap sorulması son derece normaldir, gereklidir. Sınırları doğru belirlenirse sağlıklı sonuçlar üretir.
Güvenlikten sorumlu her kurum, en başta Genelkurmay olmak üzere, kamuoyunu doğru bilgilendirmek ve elbette hesap vermek durumundadır.
Aynı durum siyasi irade için de geçerlidir.
Ancak hesap sormak başkadır. İşi hırpalama ya da yıpratmaya dönüştürmek bambaşkadır.
Erdoğan’ın sözlerindeki vurgu öncelikle bunadır.
* * *
Balıkesir’de yaşananlar göstermiştir ki, Türkiye’nin belli bölgelerinde biriken öfke, tehlike sınırlarına gelmiştir.
Hemen ardından gelen 15 şehit cenazesinin bu öfkeyi sele dönüştürmemesi için, hepimizin ne söylediğine ve nasıl söylediğine her zamankinden daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.
Sokağa, ince analizler, derin ve karmaşık sözlerle birşeyler anlatmak mümkün değil. Doğal olarak bunlar sokağın ilgi alanında değil, olması da gerekmez.
Ama belirleyici olan da sokağın nabzıdır.
En kötüsü, bu meselenin sorumlusu olan kurumların, zaten patlamaya hazır bir noktada olan toplum nezdinde tümüyle güven kaybına uğramasıdır.
O yüzden tüm kesimlere sahip çıkan sağlam ve samimi mesajlar vermek gerekiyor. Bugünkü iktidarın sahip olduğu toplumsal destek bu anlamda önemlidir.
Erdoğan’ın sözleri, askeri ya da polisi savunan bir kaygı değil, toplumu tümüyle güvensiz kılacak bir tepkinin yanlışlığını ortaya koyma çabası olarak görülmeli.
Toplumun bir bölümünde giderek tırmanan hassasiyet, doğru mesajlarla ve yaklaşımlarla yönetilemezse, ciddi sorunlar yaşanabilir.
Gerek Erdoğan’ın, gerekse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, programlarını iptal etmekten, cenazelere katılıma ve yaptıkları açıklamalara kadar gösterdikleri tavır önemli.
Kararlılık ve samimiyet, alınacak tüm tedbirlerden daha değerli. Çünkü tedbirlerin başarılı olması, toplumun bunları ortaya koyan iradeye güvenmesiyle mümkün.
* * *
Tüm bunlar meselenin iç dinamikleri.
Sorunun dış dinamiklerini ayrıca konuşmak gerekiyor. Ancak şu nokta önemli.
Türkiye’ye yönelik bu tür hamleler devam edecek. Bunları göğüslemek için öncelikle içeride barışı korumak gerekiyor.