İran’ı siyâseten destekleyelim de...

İran’ı siyâseten destekleyelim de...

İran ile ABD arasındaki sürtüşmeyi hepimiz biliyoruz. Bu sürtüşme Ahmedi Nejad’ın cumhurbaşkanı olduğundan beri sertleşerek devam ediyor. Bilhassa Afganistan ve Irak’ta yaptıklarından dolayı ABD başkanına “Eli kanlı cânî” demek bile hafif kalır. O, eli kanlı bir cânî değil, kan gölünde yüzen bir cânî de değil, kan denizinde yüzen bir cânîdir.
Böyle bir câninin karşısına kim çıksa takdir edilir ve sevilir. Onun için Ahmedi Nejad, İslâm âleminde kalplerde geniş yer buluyor. Ancak bu hal, şiîlik hakkında zihinlerde bir gevşemeyi de beraberinde getiriyor. Böyle olunca da Ahmedi Nejad yani İran, bu yolla İslâm âleminin liderliğine oynuyor.
Evet, Ahmedi Nejad’ın siyâsî çıkışlarını takdir edip sevebiliriz. Ama bu, şiîliğin değiştiği mânâsına gelmez. Şiî şiîdir. Eskiden neyse yine aynıdır. Ve şîanın İslâm âlemine lider olma şansı yoktur.
Her şeyden önce, buna şîa âlimlerinin eserleri ve bu eserden dışa vuran inançları mânidir. Meselâ, bazı şiî propagandistlerine göre, Peygamberimiz'i Hayber’de Yahudi kadın değil Hazreti Ömer ve Hazreti Ebûbekir zehirlemiştir. Böyle bir inanç sahiplerinin İslâm âlemine lider olma sevdası sadece bir hayaldir.
Sadece bu zehirleme meselesi mi? Hayır! Meselâ şiîler, Kudüs'ün iki fâtihi olan Hazreti Ömer ve Selahaddin Eyyûbî'yi “Kâtilü'l müslimîn/Müslümanların katili” olarak anarlar.
Meselâ İran’da, Hazreti Ömer Radıyallâhü anh Efendimiz’i hançerleyen Ebû Lü’lü’ün gayet gösterişli bir türbesi mevcut.
Kudüs, şiîler açısından hiç önemli değildir. Ortaya, Mescidi Aksâ'nın Kudüs'te olup olmadığı ile alâkalı şüpheler atan bir kısım Yahudi yazarlar, bu meselede Şiî müellif ve müfessirlere borçludurlar.
Şiî müellif ve müfesirlere göre, Hazreti Ömer Kudüs'ü fethettiğinde burada mescid falan yoktu. Dolayısıyla Mescidi Aksâ Kudüs'te değil semâdadır. (Eş-Şia ve'l Mescidu'l Aksa, s. 5, Tarık Ahmed Hicazi)
Şiî ulemâsından Cafer Murtezâ el Âmilî, “El Mescidü'l Aksa eyne?/Mescidi Aksâ nerede” adlı eserinde açıkça, “Mescidi Aksa'nın Filistin'de olmadığını aksine semada oluğunu” ileri sürmektedir. Feyz Kaşânî'nin Tefsiru's Sâfî'si de aynı iddiaya yer verir. Ayâşî ve Bahrânî gibi tanınmış şiî müfessirlerin görüşleri de aynı doğrultudadır.
İran'ın, Kudüs üzerindeki hesabı dînî bir ideoloji değildir. Kudüs onlar için sadece nüfuz ve yayılma planlarının bir sermayesidir. Yani hesapları, mezhebî nüfuz gayesi taşımaktadır. Kudüs üzerinden sünnî âleme açılma imkânını zorlamaktadırlar. Bu durumda, İsrail düşmanlığı da zannedildiği gibi olmasa gerek.
Meselâ Ahmedi Nejad, İsrail’i haritadan silmekten bahsederken dünürü ve yardımcısı olan Meşâî’nin, “İsrail halkının dost bir halk olduğunu” söylemesine, “Dost İsrail’den bahsetmesine” ne diyeceğiz? Bu bir yanlış mıdır? Meşâî’nin temsil ettiği makam böyle büyük bir yanlışı kaldırabilir mi?
Ben değil, siz okuyucular söyleyiniz: Ortada bir yanlış mı vardır, yoksa Meşâî gerçek düşüncesini mi ortaya koymuştur?
Denilebilir ki; peki Hamaney ve bazılarının ona ters düşen çıkışlarına ne diyeceğiz?
Onlar da olsa olsa zevâhiri kurtarmak için ortaya konan tavırlardır.
Ne var ki bunları bir his olarak değil, gördüğünüz gibi kendi sözlerine dayanarak söylüyoruz. Meselâ, Muhammed Bakır Harrâzî’nin şu sözleri, şiîlerin sünnîlere bakışlarını açıkça tarif ediyor: "Filistin halkı Ehl-i Beyt (şiîlik) mezhebini benimsemedikçe onunla İsrail arasında bir fark yoktur…"
Başka bir meseleye geçelim… İmam-ı Azam Ebû Hanife Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri, hem İran asıllıdır hem de 12 imamdan Cafer-i Sadık Hazretleri’nin talebesidir. Buna rağmen, tarih boyunca Şiîlerin sözlü saldırılarından kurtulamamıştır. Hatta İran'ın Irak istilâcıları Bağdat'a girdiklerinde, ilk işleri Ebû Hanife Camii’ni yıkmak olmuştur.
Bu söylediğimiz eskiye ait bir bilgiydi. İsterseniz zamanımıza gelelim… İran güçleri, daha yeni 27 Ağustos 2008 tarihinde İran'ın Belucistan/Sistan bölgesinde Zabil şehrindeki Ebû Hanife Camii'ni ve Kur'an kursundan müteşekkil külliyesini yerle bir etmişler, içindeki mushafları tartaklamışlar ve mukaddesata hürmetsizlik göstermişlerdir. Beşşar Esad'ın cellatlarının Saydnaya'da yaptığını onlar Ebû Hanife külliyesinde icra etmişlerdir.
Hatta iş câmi yıkmakla da kalmadı. Belucistan'da Sünnî ulemâ arasında büyük bir tutuklama kampanyasına girişildi. Sınır kenti Zahedan'da da İran Muhaberâtı (İttelaat) Şeyh Muhammed Yusuf'un evini basarak kendisini tutukladı.
Belki bunların bir kısmı belki de hepsi inkâr edilecektir. Ama şiîlikte “Takiyyenin imanın şartı olduğunu” ve bunun “Gerçek inancını gizlemek” demek olduğunu unutmamak icap ediyor.
Nitekim Rafsanjânî, El-Cezîre’de “Genel manâda Müslümanlara karşı takiyye uyguladıklarını” ikrar ve itiraf etmiştir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi