Aliya nasıl anılmamalı?
Aliya göçeli beş yıl olmuş. 19 Ekim 2003'de kaybettiğimiz Aliya için Türkiye'de çeşitli anma toplantıları düzenleniyor. Bir faninin her yıl anılması, varsa eğer, bıraktığı mirasın hatırlanmasına, muhasebe yapılmasına vesile oluyorsa anlamı olabilir. Ayrıca belki rahmet dilekleriyle bir Fatiha gönderilmesinden öteye ona bir katkısı olamayacağı açıktır.
Aksi takdirde, anılmaya değer görülen bir insanın ardından ağıtların yakılmasının bir tür pagan ayinine dönüşme tehlikesi her zaman için vardır. Hele anılan kişi bir Müslüman'sa, içi boş sözlerle yüceltilerek totemleştirilmesi, ritüel haline gelen törensel ayine dönüşmesi ona yapılacak en büyük haksızlık olur. Hele bu tür anmalarda anılandan çok kendini anlatarak ölenin ismi üzerinden kişisel konumları, siyasal tutumları meşrulaştırma ve pekiştirme gayretleri modern dünyada çok daha albenili ve organize biçimde icra ediliyor. Anılanı yücelterek kendini, kişisel konumunu sağlama alma hastalığı her toplumda olagelmiştir. Aliya sevgisi üzerinden hatasız bir Aliya portresi çizmek de aslında kendi yapıp ettiklerimizi onaylatmak anlamına gelir.
Bu dünyadan göçüp giderken arkasında bir fikir, bir hedef göstererek gidenlerin eserleri üzerinde yeniden düşünmeye, yeniden üretmeye vesile olacaksa ne ala. Bunu vesile kılarak bir ideali, davayı, düşünceyi canlı tutmak, yeniden yorumlamak, yeni bir ruh ve heyecan katmak anlamında hatırlayış bir meşalenin elden ele taşınması için önemli.
Yoksa totaliter rejimlerin lider fetişizmine benzer anmalar, Nuri Pakdil'in müthiş benzetmesiyle “put yapımevi”ne taş taşıyıcısı konumuna düşürür hepimizi.
Yüzyılımızın hem bir düşünür hem de bir lider olarak İslam dünyasına bir miras bırakabilmiş ender isimlerden bir olarak Aliya'yı seremonik anmalardan çok onun düşünce ve eylemi etrafında konuşmak, onu vesile kılarak sorunlarımız üzerine konuşmak hem bir vefa borcu hem de geleceğimizi doğru okumak için gereklidir.
Toplumlar ortak hafızalarıyla var olabilirler. Hiç kuşkusuz Aliya, birlikte paylaştığımız bir medeniyetin hafızalarından biriydi. Aliya'nın böylesi bir perspektiften hatırlanması ve düşüncelerinin, eylemlerinin değerlendirilmesiyle ancak hamaset tuzağına düşmekten kurtarabiliriz. Bu anlamda bir çok vesile ile anlattığım bir anısı önemli. Savaş ortamında yapılan SDA'nın genel kurulunda, liderlik karizmasının zirvesinde olduğu bir dönemde yaptığı uyarı hepimiz için ders niteliğinde. Salonda asılmış resimlerini görünce, “bunu bir tevazu göstergesi saymayın ancak, bizim inancımızda bir liderin bu denli yüceltilmesine yer yoktur, lütfen resimlerimi indirin.” Bu sözler, onu anmak isteyenler için de bir ihtar sayılmalı.
Bu vesile ile Aliya'nın özgürlük mücadelesini değerlendirirken bir efsane lider idolü üretmek için değil ondan yarınlara bir ruh üfleyebilecek sinerji oluşturmak, Müslümanca bir duruşun koordinatlarını çıkarmak, anlamlandırmak için vesile olması gerekir. Tüm bu tedirginliklerimin aksi yönde, “acaba Türkiye'den başka İslam dünyasında da Aliya anılıyor mu” sorusunun sorulması da bu endişeleri dile getirmek kadar önemli. Bosna için mesela, Aliya bugün ne anlam ifade ediyor?
Çalkantılar içinde geçen İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk gelen bir gençlik döneminden sonra soğuk savaş döneminde görece sakin uzun bir hayat sürdükten sonra olgunluk ve yaşlılık dönemini inanılmaz bir yükü omuzlayarak geçirdi. Uzun hapis yılları, ardından gelen soğuk savaş döneminin sona ermesi ve savaş yılları. Bir anda kendini toplumunun önünde buldu ve her anlamda sınanarak mücadelesini başarıyla tamamlamış bir lider olarak Hakk'a yürüdü.
Eserleri her zaman için tartışılabilecek metin olarak önümüzde duruyor.
Hayatı boyunca İslam medeniyetinin sınırlarını değil ufkunu gösterdi. Aliya'nın gençlik dönemi arkadaşlarıyla yaptığım görüşmelerde anlamlı bulduğum ve onun mücadelesini anlamlandıran bir hatıra çok şeyi açıklamaktadır. “İlk gençlik yıllarında Saraybosna'nın ortasından geçen Milyeçka ırmağının kenarına orturup saatlerce konuşur, tartışırdık. Bir zamanlar Himdistan'dan Orta Avrupa'ya, Endülüs'e kadar uzanan İslam medeniyeti tekrar diriltilebilecek mi?” İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önceki kâbuslu ortamda Saraybosna'daki bir gencin düşleriyle, aynı şehrin dört yandan kuşatmaya alındığı dönemde özgürlük mücadelesinde gösterilen irade, umudun yansımasından başka bir şey değil. Aliya, İslam medeniyetinin zamansal olduğu kadar mekansal sınırlarını da çiziyordu. Yani bir medeniyetin en umutsuz anlarda hiç beklenmedik bir coğrafyada ve en olumsuz şartlarda dirilişinin ifadesi oldu.
Nasıl Aliya (hafta sonu yapılan Aliya sempozyumunda Ahmet Demirhan'ın ifadesiyle) Bosna savaşında “ben merkezli Batı Avrupa'nın sınırlarını belirlediyse” hayatı ve mücadelesiyle de İslam medeniyetinin sınırlarını nasıl aşabileceğini göstermiştir.
Aliya'yı böylesi bir medeniyet perspektifi olmadan değerlendirmek hamasetten ileriye geçemez. Olsa olsa batılı anlamda bir direniş kahramanı anma gününe dönüşür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.