Ermeni meselesi (1)
600 yıl boyunca Osmanlı Devleti içerisinde azınlık statüsünde uyumlu bir biçimde yaşamış, hatta kendilerini “Hristiyan Türk” olarak kabul edecek kadar aynı örf ve adetleri benimsemiş olan ve “Millet-i Sadıka” olarak anılan Ermenilerin, devlete karşı sorun çıkarmaya başlamaları, sadece Ermenilerin başının altından çıkan bir olay değildir.
Ermenilerin en yoğun şekilde yaşamış oldukları Doğu Anadolu Bölgemiz de dahil olmak üzere, nüfusları sınırlı iken ve hiçbir zaman Müslüman halkın nüfusuna yaklaşamamışken, yaşanan olaylardan sadece Ermenileri sorumlu tutmak, dönemin güçlü devletlerinin etkisini görmezlikten gelmek anlamına gelir.
Bilindiği üzere I. Dünya Savaşı sırasında yoğunluğunu arttıran Ermeni Mezalimi, Lozan Antlaşması sırasında tam bir sessizliğe bürünmüştü. Unutmamalıdır ki dün Ermeniler o dönemin güç odakları tarafından nasıl kullanılmışlarsa, bugün de aynı emeller doğrultusunda zamanımızın süper güçleri tarafından kullanılmaktadır.
Hatırlanacak olursa, 1970’li yıllardan 1980’li yıllara kadar Ermeni terör örgütü ASALA’nın Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde görev yapan diplomatlarımıza yönelik saldırı ve cinayetleri uzun süre gündemimizi meşgul etmişti. Ancak, bu saldırılar zamanla yalnızca Türkiye’nin değil Dünya Kamuoyunun da tepkisini çekmeye başlayınca, ASALA eylemleri de 1980’li yıllarla birlikte bir anda sessizliğe bürünmüş ve ne tesadüftür ki yerini Türkiye’nin doğusunda yıllarca sürecek PKK terörü hareketine bırakmıştır.
öyleyse, öncelikle bütün bunlara sebep olan hadiselerin tarihi analizini çok iyi yapmak gerekir :
Ermeniler arasında Ermeni birliğini ve beraberliğini sağlayan Ermeni kiliseleridir. Ermeni kiliseleri, asırlardan beri “Ermeni Krallığı” idealini yaşatan unsurlar olmuşlardır. Bu dini sebebin yanında, Türklerle Ermeniler arasındaki ırksal farklılıklar da Ermeni ayrılıkçı hareketinin kültürel temellerini meydana getirmiştir.
Asırlarca Selçuklu Devleti ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde yaşayan Ermenilere hiçbir zaman dini ve siyasi bir konuda baskı yapılmamıştır. Din ve ırk ayrımı yapılmadan en iyi şekilde Zımniler Statüsünü uygulayan Osmanlı Devleti, Ermenilerin huzur ve refah içerisinde yaşamasını sağlamıştır.
Bir Ermeni yazarın belirttiği gibi “Eğer Türkler bize dini ve siyasi yönden baskı yapsalardı, bugün Ermeni diye bir millet olmazdı.” Bu görüş sade Ermeniler için değil diğer uluslar için de geçerlidir. Türkler hiçbir zaman devlet içerisinde bulunan Hıristiyan unsurların dinine ve diline müdahale etmemişlerdir ki, bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nda milletler sisteminin varlığını sağlamış ve parçalanmasında esas etken olmuştur.
Osmanlı’da Türkler ve Ermeniler arasında işbirliği son derece üst seviyede idi. Devletin en önemli makamlarında Ermenilere görev verilmişti ki, bu husus zamanla Ermenilere “Millet-i Sadıka” söylenmesini doğurmuştur.
Bu yüzden ırksal farklılık Ermeni olaylarını veya Ermeni hareketlerini başlatan tek sebep olarak yeterli değildir. Bu husus dışında Ermeni olaylarını hazırlayan sebepleri şu şekilde belirtmek gerekir:
1. Ermeni Kilisesi
2. Din Faktörü
3. Misyonerlerin Faaliyetleri
4. Propaganda
Yukarıda belirtilen ana nedenleri harekete geçiren, XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle çarlık Rusya’sı ve İngiltere olmuş, diğer batılı devletler de kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçmişlerdir. önce Rusya’nın sonra da İngiltere’nin gayretleri ile 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’na ve 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’na birer madde ile (16. ve 61. maddeler) dahil edilmiş; böylece o tarihe kadar siyaset sahnesinde görülmeyen “Ermeni Meselesi” adı ile yapay ve düzmece bir sorun meydana getirilmiştir. Antlaşmalara giren maddeler, Ermeniler lehine yapılacak ıslahatlarla ilgilidir. Daha sonra bu Sun’i meseleye karışmayan büyük devlet kalmamış ve Anadolu’da yer yer Ermeni ayaklanmaları çıkartılarak, Türkler ile Ermeniler birbirlerine düşman edilerek istenilen hedefe ulaşılmıştır.
Türkiye’nin, Ortadoğu’daki jeopolitik ve stratejik önemini ve yerini bilen emperyalist güçler denilen Büyük Devletler (Rusya, İngiltere ve Fransa) XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bölgede siyasi çıkarları için, Osmanlı Devleti’nin tebaası olan Ermeni, Rum, Arap, Kürt ve benzeri unsurların koruyucusu olarak ortaya çıkıp, Doğu politikalarını tayin etmişlerdir.
Ermeni meselesinin ortaya çıkış sebeplerinin, yalnızca Osmanlı Devleti toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin sosyal, kültürel, ekonomik, idari, siyasi statülerinden kaynaklanmadığı, bu sorunun temelinde sun’i olarak çıkarılan ve “Şark Meselesi” adı ile anılan milletler arası bir emperyalist stratejinin, güçler dengesi politikasının yattığı bilinmelidir.
Siyasi tarih terminolojisinde yer almış olan “Şark Meselesi” tabiri, Osmanlı Devleti’nin batılı devletler tarafından parçalanmaya çalışılmasını ifade eder.
Ermeni meselesinin ortaya çıkışını hazırlayan sebeplerin başında Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın Osmanlı Devleti’ne ve Ermenilere karşı takip ettikleri siyaset gelmektedir. Bu siyasetin aracı hazırdı, Ermeni kiliseleri ve bu kiliselerle işbirliği yapan misyonerler.Yani Şark Meselesi, bu iki kavramın geliştirdiği dini duyguların kullanılarak ortaya çıkartıldığı büyük bir propagandadır.
1870’den itibaren Anadolu’da Ermeni Devleti kurma hayaliyle bir takım dernek ve komitelerin kurulmaya başlandığı görüldü.
Van’da “Karahaç” ve “Armenakça” Erzurum’da “Vatan Koruyucuları” adlı komiteler ilk kurulanlardır. Bu komitelerin faaliyetleri mahalli çerçevede kalmış ve Osmanlı idaresinden bir şikayeti olmayan, refah ve huzur içinde yaşayan Ermeni halkının büyük bir çoğunluğunun bu tür faaliyetlere ilgi duymaması ve itibar etmemesi nedeniyle başlangıçta etkili olmamıştır.
1870 ile 1880 yılları arasında, Van’da “Araratlı”, Muş’ta “Okul Sevenler” ve “Doğu”, Erzurum’da “Milliyetçi Kadınlar” adlı dernekler kurulmuş, bunlardan “Araratlı”, “Okul Sevenler” ve “Doğu” isimli dernekler daha sonra birleşerek “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti”ni kurmuşlardır . 1881’de Erzurum’da kurulan “Vatanı Müdafaa Cemiyeti”, oradaki Rus Konsolosluğu ile yakın bir işbirliği içerisindeydi. Bu teşkilatın amacı: Türk idaresine karşı elde silah ile son damla kana kadar mücadele etmekti. Nitekim Türk makamları tarafından yapılan araştırmalarda, bu teşkilata ait yerlerde silah ve propaganda evrakı bulunmuştu. Türkiye’nin başka yerlerinde de bu gibi teşkilatın kurulmasına başlanmıştı. Bunlar birbirleriyle ve Rus idaresindeki Ermenilerle temas halinde idiler. Amerika’ya göç eden Ermeniler arasında da “Türk Düşmanlığı” başlamış ve onlar da Türkiye’deki gizli Ermeni teşkilatı ile ilişki kurmuşlardı. Fakat Ermenilerin asıl kışkırtma kaynağı eskiden olduğu gibi yine Rusya idi.
Rusya’nın amacı; Osmanlı Devleti içinde sürekli karışıklıklar çıkarmak ve bunlardan faydalanarak Türkiye’nin içişlerine karışmak olduğundan, Türkiye’deki Ermenileri kışkırtmak faaliyeti Rus dış siyasetinin ana prensiplerinden birini teşkil etmekte idi.
Berlin Kongresi’nde kabul edilen “Ermeni Reformları” bazen İngiltere ve bilhassa Rusya tarafından ele alınması itibariyle, Osmanlı üzerine bir baskı konusu teşkil etmesi bakımından önemliydi. Rusya’nın bu ısrarındaki ana amaç, Ermenilerle meskun Doğu Anadolu’daki altı vilayetin Osmanlı Devleti’nden ayrılması yoluna gidilmesi idi.