Bir cebinde Das Kapital..

Bir cebinde Das Kapital..

Şu kriz tartışmalarında ortaya çıkan bir başka matrak gerçek de “Galiba Marx haklıymış abi” diyenlerin Marx'ın nerede haklı olduğu konusuna bir türlü girememeleriydi.

Doğru dürüst tercüme edilemediği için “Das Kapital”i yüzünden okuma saadetine erişemeyenler Marx'ın nerede haklı olduğuna Fransız kalıyor ey kardaşlar! Bizde Das Kapital'i hatmetmiş kimse var mı, oda şüpheli ya.. Sözüm Murat Belge'den, Mete Tunçay'dan dışarı tabii.

İşe bakın, Das Kapital'in altını çizerek okumuşlardan biri Hasan Celal Güzel'miş. Das Kapital'i bir tek o anlamış, ama o da anti-marksist olmuş. Koskocaman Das Kapital'i devirdiğinde taze bir Mülkiyeli'ymiş Hasan Bey.. Marx'ın artı değer teorisini dolaştıra dolaştıra anlatması yüzünden Das Kapital'i kündeye getirirken kabız bile olmuş!

Hasan Ağbi'ye göre bu kitap, ideoloji kitabı değil, kötü bir üslupla yazılmış, okuması zevksiz bir ekonomi kitabıymış.

Ahmet Kaya'nın bir şarkısında “canım ciğerim, bir acaip adam” diye betimlediği Suphi'sinin niye akşam olduğunda sustuğunu ve niye bir cebinde Das Kapital'i öbür cebinde kenevir tohumu taşıdığını şimdi anladınız mı sevgili okurlar? Anlayacağınız Das Kapital'in durumu, çok satan ama az okunan Orhan Pamuk'un kitaplarıyla aynı kaderi paylaşmış vaktiyle.

Gerçi bizim sosyalistler Das Kapital'in hem etinden hem yününden istifade etmişler. Kah yastık olarak kullanmışlar, kah kavgada silah olarak parkalarının cebinde taşımışlar. Ama okuyan “nadirattan” sayılmış.

Marx'ın kitaplarının Türkçe tercümelerine kafalarına göre müdahale de etmiş bizimkiler. Onu da Mete Tunçay Hoca'dan öğreniyoruz.

Bakın neler diyor Mete Hoca:

“Oturup Komünist Manifesto'yu İngilizce'den tercüme ettim. Ondan sonra onu Süleyman Ege bastı, fakat Mihri Belli düzeltti benim tercümemi. Mihri Belli'nin düzelttiği tercüme, beni değil Marx'ı düzeltiyor”

Marx'ı niye düzeltmiş Mihri Ağbi? Çünkü Marx kadınlarla ilgili öyle cümleler kurmuş ki bizim Türk komünistlerine ağır kaçarmış. Ne de olsa serde Türklük, mahallede Müslümanlık var. Mete Hoca da o kadar kızmış ki, “Ulan ne hakla buna dokunursun” diye vermiş veriştirmiş.

Marksist bir ağbimiz Marx'ın haklı olduğu noktaları sıralasa da ağızlarda sakız olan şu darbımeselin hakikatine varsak diyorum. Hasan ağbimiz çıkıp açıklarsa da kimse kızmasın, “Marx'ın ne dediğini de mi bu adamlardan mı öğrenicez kardeş” demesin.

Çünkü Ece Temelkuran ablamız çok kızıyor o zaman.


Liberalizm mi, kalpazanlık mı?


“Devlet ekonomiden tümüyle el çeksin” diyen “kontrolsüz liberaller” bir gerçeği kabul etsinler canım! El çeksin dedikleri devlet olmasaydı finans kapitalin ruhuna çoktan “el Fatiha” okunacaktı. İşin kötüsü batırdıkları yahut buharlaştırdıkları trilyonlarca doların bedeli oyunun dışındakilere ödettiriliyor. İroniye bakar mısınız, başta “Avrupa Birliği” devletleri elbirlik, paradan faizle para türeten kalpazanları koruma altına almaya çalışıyorlar. Yahu kalpazanın hiç mi suçu yok? Madem ortada ödenecek büyük bir bedel var, suçlu nerede peki?

Bankacılığın bir endüstri, paranın ise endüstriyel bir ürün olduğunu vurgulayan iktisatçı Tarek el Diwany, “Bir kişi kendi evinde para 'ürettiği' için tutuklanabilir, fakat ticari bankacılık sistemi aynı şeyi yapma konusunda tamamen yasal koruma altındadır” derken haklı değil mi?

Ticari bankacılık sisteminin toplumun tamamına bir maliyet yüklediğini, hatta finansmanını bankacık dünyası ve borçtan uzak tutabilenlerin bile bu yükten payını aldığını belirtir Diwany. Ona göre kısmi rezerv bankacılığı enflasyonun ana sebebidir ve sistemin işleyişindeki kredi verme kriterleri spekülatif patlamaları, yanı sıra büyük servet dengesizliklerini teşvik ediyor. Öte yandan faizin en ağır bedelini “zenginler kulübü” dışında kalan gelişmekte olan ülkeler ödüyor arkadaşlar. Dikkatinizi çekerim, Türkiye'nin 2002-2006 arasındaki beş yılda faize ödediği para “185 milyar dolar” civarında. Kimin cebinden çıkıyor bu para? Senin, benim. O parayla ne kadar köprü, okul, baraj, demiryolu yapılacağını varın siz hesaplayın. Bu arada “Faiz nedir” sorusuna cevap arayanlar için Tarek el Diwany'inin İz Yayınları'ndan çıkan “Faiz Sorunu” başlıklı kitabını öneririm.


Milan Kundera, 'Şaka' mı bu?


Ünlü Çek romancı Milan Kundera'nın ilk romanının adıdır “Şaka”. 1968'de basıldığında yazarına ün, ama sonrasında da azap kazandıran romanında Kundera kendi başından geçen bir olayı anlatır.

Kundera, “Yaşam Başka Yerde” romanınının başkişisi yeni yetme Jaromil gibi Prag'daki “Devrim rüzgarı”na kapılmış. Gitmiş Çek Komünist Partisi'ne üye olmuş, ondokuz yaşında da atılmış. Üyelikten çıkarılma gerekçeleri o kadar saçma gelmiş olmalı ki başından geçenleri “Şaka” romanında anlatıvermiş. Ruslar 1968'de sosyalist yönetimi beceriksiz bulduklarından taa Moskova'lardan gelip Çekoslovakya'yı Devrime ısındırmak için işgal edince “Şaka” yasaklanmış. Tabii yasaklanan sadece roman olmamış sevgili okurlar, Kundera'nın özel hayatı da totalitarizmin labirentlerinde dümdüz edilmiş. Sonrası, Prag'dan kaçış, Paris'e varış.

Biz, Kundera'yı daha çok “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanıyla tanıdık. “Kafkaesk” tarzıyla Kundera, 'sosyalist' totalitarizmi hicveder hep. Bu yüzden bizdeki eski tüfek Marksistler Kundera'dan hiç mi hiç hazzetmezler.

Roman kişileriyle ilgili olarak “Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır” der Kundera.

Bu “olabilirlikler” arasında “ihanet etmek”, “ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk edecek gücü kendinde bulamamak” da vardır. Ve sınır aşılmış olmalı ki ellisekiz yıllık bir sır, eski günahların gölgesi uzun olur misali seksenine basan Kundera'yı kıskıvrak yakalar.

Komünist döneme ilişkin belge ve bilgilerin toplanması amacıyla Prag'da kurulan “Totaliter Rejimleri İnceleme Enstitüsü” gizli polise ait bir belgeyi yayımlar.

Buna göre Kundera, kız arkadaşının evinde konuk olan Miroslav Dvoracek adındaki bir adamı “Alman casusu” diye ihbar etmiş 1950'de. Adamcağız 22 yıl hapse mahkum edilmiş, 14 yıl madenlerde kalmış.

Tam da Kundera'nın romanlarına uygun bir tema.. Gerçi Kundera reddetmiş iddiayı. Elbette “gizli polis”in vaktiyle uydurduğu bir belge de olabilir. Neredeyse bütün kitaplarını keyifle okuduğum Kundera muhbir çıkarsa çok üzülürüm tabii. Ama o da “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda bir kahramanına “Bizi ölümsüz kılan tek şey, polis arşivleridir” dedirtmemiş miydi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi